12 Eylül 2012 Çarşamba



Anneannem, kötülerin kolay kolay ölemediklerini, sürüm sürüm süründüklerini söylerdi.

Buna inanmak istiyorum. Kenan Evren’in ve onun bütün işkencecilerinin, hastalığını bahane ederek mahkemeye göndermeyenlerin ölümü de böyle olsun istiyorum.

O yaşını büyüterek Erdal Eren’i astı, onun da yaşı küçültülüp asılsın istiyorum.

Hastaymış, tedavisi hemen kesilsin istiyorum. Kanserli aydınlara yutdışında tedavi izni vermediği için.

Anneannem, beddua etmemi hiç istemezdi. Günah olduğunu söylerdi.

Kusura bakma anacığım, ben bu günahı işleyeceğim.

Bir de Kenan Evren’in yargılanacağını sanarak referandumda evet oyu kullananlara da kallavi bir “selam!” gönderiyorum. Sonlarının aynı olmasını diliyorum.

Neylersin elimden yalnızca bu geliyor.

Kanayan yüreğimi her 12 Eylülde böyle soğutuyorum.

6 Eylül 2012 Perşembe

DOKUNMALAR

Eski Türk Edebiyatı Öğretmenimiz Nazik Erik “ölmüş”.
“Ölmek” sözcüğünü bilerek kullandım. Nazik Hanım, bir keresinde, ölmek sözcüğünü kullanan bizlere çok kızmıştı. Eskilerin; “uçmağa varmak, hakka ermek, vefat etmek, ışığı sönmek, aramızdan ayrılmak” gibi sözleri kullandığını söylemiş ve eklemişti:
“İnsan aziz bir varlıktır. Ölüm bir son değildir. Böyle kupkuru bir sözcükle “Bardak kırıldı.”dercesine bir insanın ölümünü haber vermek, ölülerimize hakarettir. Ölülerimizin hayırla yad edilmesi gerekir.”
Onun bu idealist yorumunun bir bölümüne katılmasam da ne demek istediğini çok iyi anlamıştım.
“Sözcüklerin gücü”nden söz ediyordu. Ağzımızdan çıkan her sözün taşıdığı anlamın dışında olağanüstü bir büyüsü olduğundan.
Sevgili Hocam oldukça uzun yaşadı ama dolu dolu yaşadı, nurlar içinde yatsın.
 Masallardaki sihirli değneklerden, sihirli kılıçlardan daha etkilidir sözcükler. Sözcüklerin çağrışımı o denli derindir ve insan zihni o denli sınırsızdır ki bir sözcükle bir insanı teslim alabilirsiniz.
Bilinçaltında yüzyıllardır bu gerçeği saklar dururuz. Bir illüzyonistin “abra kadabra, hokus pokus” gibi anlamlandıramadığımız sözcüklerin gücünü nasıl kullandığını anımsayın. Bu sözcüklerin bizde olağanüstü bir beklenti yarattığını farkındayız elbette.
Peki, bu büyüden habersiz olanlar…
İşte onlar Yılmaz Özdil’lik vakalar. Yani ağzı ishal olanlar.
Afyon’da cephane deposunda patlama oldu.
Bir bakan “Bunlar Hindistan’da da Pakistan’da da oluyor.” dedi.
Bir süredir bağırsak sıkıntısı yaşıyorum. Bu nedenle ishal oldum mu seviniyorum. Bu durumun en nefret ettiğim yönü klozet berbat oluyor. Temizlemekten nefret ediyorum, tiksiniyorum.
Ortalık kirlendi. Kimse temizleyemeyecek, şehit yakınları daha fazla üzülecek.
Eskiler “Gırtlak dokuz boğum.”derler. Yani söz söylemeden dokuz kez düşünmek gerekirmiş. Doğru da…
Lafını esirgemek anlamında değil elbette.
Öyle durumlar olur ki susmak cinayettir. Dokuz boğumla ilgisi yoktur, bahanesi de yoktur. Bahanesi kıvırtmaktır.
Hürriyet yazarı Taha Akyol'un dünkü yazısının girişinde kaleme aldığı cümleye ad koymak artık sizin ferasetinize ve geniş söz dağarcığınıza kalmış.
Taha Akyol “SAYIN Başbakan'a önce şunu belirteyim, AKP diye yazmamda bir kasıt yoktur. Yazımın başlığı tek satır olsun diye öyle yazdım.”satırlarıyla bir yalakanın ne kadar ileri gidebileceğini göstermiş. İnsan o yaşta, daha nasıl bir “baht” peşinde koşar ki?
Dün geceden beri ülke alt üst durumda. Bütün haberlerde o patlama. Olmasın mı? Elbette olacaktı. Ama kendilerine ciciş adını veren soytarılarla, onların yarışma programlarını nasıl karıştırdıklarıyla ilgili haberi aynı sayfada görmek insanın içini acıtıyor. Bu ucubeler aptal sarışını oynayarak milleti oyalayıp malı götürürken adam gibi adam olan milyonlarca genç işsiz; atamaları yapılmıyor, üniversite kapılarında sıra bekliyor. Onların anneleri de cicişleri izleyip oyalanıyor işte. Ne ironi ama.
Hayatımız ironi oldu.

ÖZÜR

Dokunmalar 2 başlıklı yazıda bir terslik oldu, nasıl oldu bilmem ama yazının karakteri yüzünden büyük harflerle yayınlandı. Kaldıramadım da. Ben yeniden yayınlamak istiyorum.

DOKUNMALAR 2

Eski Türk Edebiyatı Öğretmenimiz Nazik Erik “ölmüş”.
“Ölmek” sözcüğünü bilerek kullandım. Nazik Hanım, bir keresinde, ölmek sözcüğünü kullanan bizlere çok kızmıştı. Eskilerin; “uçmağa varmak, hakka ermek, vefat etmek, ışığı sönmek, aramızdan ayrılmak” gibi sözleri kullandığını söylemiş ve eklemişti:
“İnsan aziz bir varlıktır. Ölüm bir son değildir. Böyle kupkuru bir sözcükle “Bardak kırıldı.”dercesine bir insanın ölümünü haber vermek, ölülerimize hakarettir. Ölülerimizin hayırla yad edilmesi gerekir.”
Onun bu idealist yorumunun bir bölümüne katılmasam da ne demek istediğini çok iyi anlamıştım.
“Sözcüklerin gücü”nden söz ediyordu. Ağzımızdan çıkan her sözün taşıdığı anlamın dışında olağanüstü bir büyüsü olduğundan.
Sevgili Hocam oldukça uzun yaşadı ama dolu dolu yaşadı, nurlar içinde yatsın.
 Masallardaki sihirli değneklerden, sihirli kılıçlardan daha etkilidir sözcükler. Sözcüklerin çağrışımı o denli derindir ve insan zihni o denli sınırsızdır ki bir sözcükle bir insanı teslim alabilirsiniz.
Bilinçaltında yüzyıllardır bu gerçeği saklar dururuz. Bir illüzyonistin “abra kadabra, hokus pokus” gibi anlamlandıramadığımız sözcüklerin gücünü nasıl kullandığını anımsayın. Bu sözcüklerin bizde olağanüstü bir beklenti yarattığını farkındayız elbette.
Peki, bu büyüden habersiz olanlar…
İşte onlar Yılmaz Özdil’lik vakalar. Yani ağzı ishal olanlar.
Afyon’da cephane deposunda patlama oldu.
Bir bakan “Bunlar Hindistan’da da Pakistan’da da oluyor.” dedi.
Bir süredir bağırsak sıkıntısı yaşıyorum. Bu nedenle ishal oldum mu seviniyorum. Bu durumun en nefret ettiğim yönü klozet berbat oluyor. Temizlemekten nefret ediyorum, tiksiniyorum.
Ortalık kirlendi. Kimse temizleyemeyecek, şehit yakınları daha fazla üzülecek.
Eskiler “Gırtlak dokuz boğum.”derler. Yani söz söylemeden dokuz kez düşünmek gerekirmiş. Doğru da…
Lafını esirgemek anlamında değil elbette.
Öyle durumlar olur ki susmak cinayettir. Dokuz boğumla ilgisi yoktur, bahanesi de yoktur. Bahanesi kıvırtmaktır.
Hürriyet yazarı Taha Akyol'un dünkü yazısının girişinde kaleme aldığı cümleye ad koymak artık sizin ferasetinize ve geniş söz dağarcığınıza kalmış.
Taha Akyol “SAYIN Başbakan'a önce şunu belirteyim, AKP diye yazmamda bir kasıt yoktur. Yazımın başlığı tek satır olsun diye öyle yazdım.”satırlarıyla bir yalakanın ne kadar ileri gidebileceğini göstermiş. İnsan o yaşta, daha nasıl bir “baht” peşinde koşar ki?
Dün geceden beri ülke alt üst durumda. Bütün haberlerde o patlama. Olmasın mı? Elbette olacaktı. Ama kendilerine ciciş adını veren soytarılarla, onların yarışma programlarını nasıl karıştırdıklarıyla ilgili haberi aynı sayfada görmek insanın içini acıtıyor. Bu ucubeler aptal sarışını oynayarak milleti oyalayıp malı götürürken adam gibi adam olan milyonlarca genç işsiz; atamaları yapılmıyor, üniversite kapılarında sıra bekliyor. Onların anneleri de cicişleri izleyip oyalanıyor işte. Ne ironi ama.
Hayatımız ironi oldu.

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...