15 Ekim 2016 Cumartesi

“BENİM HALİM MEMLEKETİN HALİ.”

“BENİM HALİM MEMLEKETİN HALİ.”

Bor Devlet hastanesinde, son zamanlarda iki doktora gittim.
İlki göz doktoru…
Niğde Devlet Hastanesindeki sürekli doktorum Kürşat Ramazan Bey izinde… Ameliyatlarımı Kayseri’de oldum ama o takip ediyor durumumu. Sonsuz güveniyorum ona.
Bor Devlet Hastanesine gittim çaresiz.
Genç bir adam. Biraz ilgisiz biri… Oraya zorla oturtmuşlar sanki…
Ancak zordayım, muhtacım. Çare yok…
Gözümde yanma ve kaşıntı var. Bulanık da görüyorum. Sıkıntımı anlattım. Beş yıldır bir göz mücadelesi verdiğim için de dosyayı önüne koydum.
Dosyaya bakmadı bile, gerek olmadığını söyledi. Niğde’ye gönderdi beni film için.
Dedim ya, çok sıkıntı çektim. Sol gözümde yüzde seksen görme kaybı var. Sağ göze dayanarak yaşıyorum. Retina delinmesiyle başlayan beş ameliyatla devam eden bir süreç.
Apar topar Niğde’ye gittim, film çektirdim. Mesai bitmeden çok önce yetiştirdim filmi.
Bu “sureta” doktor, filme baktı ve sağ gözümde retina delinmesi olduğunu, bunun bir darbe sonucu ortaya çıktığını, kendisinin müdahale imkânı olmadığını, üniversite hastanelerinden birine gitmem gerektiğini söyledi.
Haydaaa….
Sol göz zaten görmez. O sıkıntıyı bir de sağ gözümde yaşama ihtimali ırmak oldu boşandı gözlerimden . Gözleri görmeyen bir emekli öğretmen… Okuyamayan yazamayan bir yarım insan…
Ertesi gün soluğu Kayseri Maya Göz Hastanesinde Ameliyatlarımı yapan Ali Bey’de aldım.
Beni muayene etti, filme baktı ve bombayı patlattı.
“Ablacığım, senin gözün sapasağlam. Bu filmde o sonucu nasıl gördü o meslektaş, anlayamadım. Seni bu denli büyük bir paniğe sürüklemeye hakkı yoktu. Dosyana bakmadı mı?”
Sevineyim mi öfkeleneyim mi, şaşırdım. Eşim ve dostumuz, kardeşimiz Serkan sevinç şoku yaşıyor ama benim beynim ve kalbim durdu resmen.
Doktorun adını öğrenince hiç şaşırmadı Ali Keskin. Meğer bu doktor suretini iyi tanırmış…
Ayrıntıyı vermeyelim, ayıp olur.
Bir süre sonra Niğde'de Kürşat Bey’e kontrole gittiğimde durumu anlattım . Filmi görmek istedi. Baktı ve Ali Bey’in söylediklerini tekrarladı.
Bor Devlet Hastanesindeki göz doktoru… O.U.
Sen o diplomayı al VE…
Bu yaşımda bana yaşattığın korkuyu (Masrafları saymıyorum bile…) bin misliyle yaşayasın, dilerim.
Bildiğim bütün ilenmeleri ve uygun, olumsuz sözcükleri senin için harcadım, bilesin…
***
İkincisi Nöroloji Doktoru Özge Hanım…
Çok genç, ama insanın yüzüne bakarken bile güven duygusu verebilen bir kadın.
Ellerimdeki uyuşma nedeniyle EMG randevusu vardı. Cihazın başına oturduk. Bileklerime elektrotları bağladı, gerekli uyarıları yaptı.
Bir süre sonra bir terslik olduğunu hissettim.
Her işlemi defalarca yapıyor, “Olmadı.” Diyor, elektrotların ucundaki minik keçeleri yerleştiriyor, bir daha deniyor, gene olmuyor.
Başını kaldırdı ve
“Teyzeciğim, çok özür dilerim. Bu keçeler bozuldu, idareden defalarca talep ettim ama bana kulak vermediler. ‘Elindekilerle idare et.’ dediler. Az önce hatırlattım gene. Yapacakları firmayı aramak, hepsi bu. Cihaz garanti kapsamında zaten.”
“Siz bekleyin, ben şimdi dönerim.” dedi ve çıktı.
Odasından telefon ettiğini duyuyorum, sesi titriyor. “Hastama durmadan elektrik veriyorum, ben bunaldım, utanıyorum, olmuyor, doğru sonuç alamıyorum. ”diyor.
Bu gencecik, sorumluluk duygusu nedeniyle perişan olmuş doktorun sesi yükseliyor, iyice titreyen ama haykıran bir ses tonuyla şu sözleri fırlatıyor karşısındakine:
“Ben temizlikçiyi ne yapacağım, O ne anlar EMG cihazından? Keçe, diyorum, eskidi, diyorum, iyi sonuç vermiyor, diyorum. Temizlik yaptırmayacağım ki ben.”
Ben donakaldım, duyduklarıma inanamadım.
Kızcağız yanıma geldi; “Koca hastane sorumlusu bana temizlikçi göndermeyi teklif etti teyzeciğim. Ben ne yapacağım, söyler misin lütfen?”
Göz pınarlarına hapsetmeye çalıştığı gözyaşları artık sızmaya başlamıştı. Dayanamadım, sarıldım.
Yapacak bir şey yoktu, bağlantıları söktü kolumdan, telefonumu aldı, keçeler gelince arayacağını söyledi. Başka hasta olmadığı için acele etmedim, konuştuk biraz, teselli etmeye çalıştım. Sinirleri iyice harap olmuş yavrucağın.
Anne baba öğretmen, İstanbul’da yaşayan göçmen bir ailenin kızı. Öğretmen ana baba güzel yetiştirmişler evlatlarını. Sorumluluk sahibi, idealist, cesur… Daha ne olsun.
İki gün sonra beni aradı. İdareden bir şey çıkmayınca kendisi İstanbul’da tanıdığı insanlara telefon etmiş, parası cepten elbette. Keçeler gelince beni arayacak. Telefonda özür dilemeye devam ediyor.
İnsanın sahip olmak isteyeceği bir evlat…
Bu ülkenin ihtiyacı olan ama asla değerini bilmediği bir doktor.
Sevgili Doktor Özge Altıntaş…
Bahtın ve yolun açık olsun. Sen hastanı başından savmadın, korkutmadın, ihmal etmedin.
Sen bu ülkeye ve bu ilçeye birkaç beden büyüksün.
Acı çekeceksin, sürekli mücadele içinde olacaksın.
Seni anlamayacaklar, anlamak istemeyecekler. Kendilerini, kim olduklarını görmekten korkarlar çünkü.
Acısını senden çıkaracaklar.
Kendi zavallılıklarının fark edilmesinden korkacaklar.
Kurulmuş düzenlerini, rahatlarını bozuyorsun çünkü.
EMG cihazının elektrotlarındaki keçeyi, temizlikçinin paspasıyla karıştıran beyinleriyle, yakalarında doktor rozeti ya da idareci kartıyla mutlu mesut yaşayıp gideceklerdi.
Bu yüzden sana kolay gelsin sevgili çocuğum. İşin hiç de kolay değil.
***
İki doktor portresi çizdim size.
İlk örneği gördüğünüzde hepsini onun gibi sanmayın.

İkincisini gördüğünüzde de bütün doktorların öyle olduğunu sanıp çürük yumurtaları ayıklamayı unutmayın. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...