“BENİM HALİM MEMLEKETİN HALİ.”
Bor Devlet hastanesinde, son
zamanlarda iki doktora gittim.
İlki göz doktoru…
Niğde Devlet Hastanesindeki
sürekli doktorum Kürşat Ramazan Bey izinde… Ameliyatlarımı Kayseri’de oldum ama
o takip ediyor durumumu. Sonsuz güveniyorum ona.
Bor Devlet Hastanesine gittim
çaresiz.
Genç bir adam. Biraz ilgisiz
biri… Oraya zorla oturtmuşlar sanki…
Ancak zordayım, muhtacım. Çare
yok…
Gözümde yanma ve kaşıntı var.
Bulanık da görüyorum. Sıkıntımı anlattım. Beş yıldır bir göz mücadelesi
verdiğim için de dosyayı önüne koydum.
Dosyaya bakmadı bile, gerek
olmadığını söyledi. Niğde’ye gönderdi beni film için.
Dedim ya, çok sıkıntı çektim. Sol
gözümde yüzde seksen görme kaybı var. Sağ göze dayanarak yaşıyorum. Retina
delinmesiyle başlayan beş ameliyatla devam eden bir süreç.
Apar topar Niğde’ye gittim, film
çektirdim. Mesai bitmeden çok önce yetiştirdim filmi.
Bu “sureta” doktor, filme baktı
ve sağ gözümde retina delinmesi olduğunu, bunun bir darbe sonucu ortaya
çıktığını, kendisinin müdahale imkânı olmadığını, üniversite hastanelerinden
birine gitmem gerektiğini söyledi.
Haydaaa….
Sol göz zaten görmez. O sıkıntıyı
bir de sağ gözümde yaşama ihtimali ırmak oldu boşandı gözlerimden . Gözleri görmeyen bir emekli
öğretmen… Okuyamayan yazamayan bir yarım insan…
Ertesi gün soluğu Kayseri Maya
Göz Hastanesinde Ameliyatlarımı yapan Ali Bey’de aldım.
Beni muayene etti, filme baktı ve
bombayı patlattı.
“Ablacığım, senin gözün
sapasağlam. Bu filmde o sonucu nasıl gördü o meslektaş, anlayamadım. Seni bu
denli büyük bir paniğe sürüklemeye hakkı yoktu. Dosyana bakmadı mı?”
Sevineyim mi öfkeleneyim mi, şaşırdım. Eşim ve dostumuz, kardeşimiz Serkan sevinç şoku yaşıyor ama benim beynim
ve kalbim durdu resmen.
Doktorun adını öğrenince hiç
şaşırmadı Ali Keskin. Meğer bu doktor suretini iyi tanırmış…
Ayrıntıyı vermeyelim, ayıp olur.
Bir süre sonra Niğde'de Kürşat Bey’e
kontrole gittiğimde durumu anlattım . Filmi görmek istedi. Baktı ve Ali Bey’in
söylediklerini tekrarladı.
Bor Devlet Hastanesindeki göz
doktoru… O.U.
Sen o diplomayı al VE…
Bu yaşımda bana yaşattığın
korkuyu (Masrafları saymıyorum bile…) bin misliyle yaşayasın, dilerim.
Bildiğim bütün ilenmeleri ve uygun,
olumsuz sözcükleri senin için harcadım, bilesin…
***
İkincisi Nöroloji Doktoru Özge
Hanım…
Çok genç, ama insanın yüzüne
bakarken bile güven duygusu verebilen bir kadın.
Ellerimdeki uyuşma nedeniyle EMG
randevusu vardı. Cihazın başına oturduk. Bileklerime elektrotları bağladı,
gerekli uyarıları yaptı.
Bir süre sonra bir terslik
olduğunu hissettim.
Her işlemi defalarca yapıyor,
“Olmadı.” Diyor, elektrotların ucundaki minik keçeleri yerleştiriyor, bir daha
deniyor, gene olmuyor.
Başını kaldırdı ve
“Teyzeciğim, çok özür dilerim. Bu
keçeler bozuldu, idareden defalarca talep ettim ama bana kulak vermediler.
‘Elindekilerle idare et.’ dediler. Az önce hatırlattım gene. Yapacakları
firmayı aramak, hepsi bu. Cihaz garanti kapsamında zaten.”
“Siz bekleyin, ben şimdi
dönerim.” dedi ve çıktı.
Odasından telefon ettiğini
duyuyorum, sesi titriyor. “Hastama durmadan elektrik veriyorum, ben bunaldım,
utanıyorum, olmuyor, doğru sonuç alamıyorum. ”diyor.
Bu gencecik, sorumluluk duygusu
nedeniyle perişan olmuş doktorun sesi yükseliyor, iyice titreyen ama haykıran
bir ses tonuyla şu sözleri fırlatıyor karşısındakine:
“Ben temizlikçiyi ne yapacağım, O
ne anlar EMG cihazından? Keçe, diyorum, eskidi, diyorum, iyi sonuç vermiyor,
diyorum. Temizlik yaptırmayacağım ki ben.”
Ben donakaldım, duyduklarıma
inanamadım.
Kızcağız yanıma geldi; “Koca
hastane sorumlusu bana temizlikçi göndermeyi teklif etti teyzeciğim. Ben ne
yapacağım, söyler misin lütfen?”
Göz pınarlarına hapsetmeye
çalıştığı gözyaşları artık sızmaya başlamıştı. Dayanamadım, sarıldım.
Yapacak bir şey yoktu,
bağlantıları söktü kolumdan, telefonumu aldı, keçeler gelince arayacağını
söyledi. Başka hasta olmadığı için acele etmedim, konuştuk biraz, teselli
etmeye çalıştım. Sinirleri iyice harap olmuş yavrucağın.
Anne baba öğretmen, İstanbul’da
yaşayan göçmen bir ailenin kızı. Öğretmen ana baba güzel yetiştirmişler
evlatlarını. Sorumluluk sahibi, idealist, cesur… Daha ne olsun.
İki gün sonra beni aradı.
İdareden bir şey çıkmayınca kendisi İstanbul’da tanıdığı insanlara telefon etmiş,
parası cepten elbette. Keçeler gelince beni arayacak. Telefonda özür dilemeye
devam ediyor.
İnsanın sahip olmak isteyeceği
bir evlat…
Bu ülkenin ihtiyacı olan ama asla
değerini bilmediği bir doktor.
Sevgili Doktor Özge Altıntaş…
Bahtın ve yolun açık olsun. Sen
hastanı başından savmadın, korkutmadın, ihmal etmedin.
Sen bu ülkeye ve bu ilçeye birkaç
beden büyüksün.
Acı çekeceksin, sürekli mücadele
içinde olacaksın.
Seni anlamayacaklar, anlamak
istemeyecekler. Kendilerini, kim olduklarını görmekten korkarlar çünkü.
Acısını senden çıkaracaklar.
Kendi zavallılıklarının fark edilmesinden
korkacaklar.
Kurulmuş düzenlerini, rahatlarını
bozuyorsun çünkü.
EMG cihazının elektrotlarındaki
keçeyi, temizlikçinin paspasıyla karıştıran beyinleriyle, yakalarında doktor
rozeti ya da idareci kartıyla mutlu mesut yaşayıp gideceklerdi.
Bu yüzden sana kolay gelsin
sevgili çocuğum. İşin hiç de kolay değil.
***
İki doktor portresi çizdim size.
İlk örneği gördüğünüzde hepsini
onun gibi sanmayın.
İkincisini gördüğünüzde de bütün
doktorların öyle olduğunu sanıp çürük yumurtaları ayıklamayı unutmayın.