28 Ocak 2018 Pazar

Merhaba Adlı Şiirin Hüznü

MERHABA

Merhaba İlhan
İşte Enver Abiyi de getirdik yanına
“Şu dünyada
Ayrılık var
Ölüm var
İlle de zulüm var”
Diyen ozanı.
Gülüşünden su içişine kadar
Halk olan adamı

Mezarlarınız biraz aralı
Ama atsan
Ulaştırırsın sigaranı

İki gözüm ona iyi bak
Dünyaya küskün gitti biraz
Zemheride çiçek açmış
Acılı, suskun bir topraktır o
Seslenmezsen
Merhaba demez

Hastadır, koluna gir
Yürüyemez
Ayakları tutuk.
Bağışla ilhan
Öyle ya
Senin de kaburgaların kırık

      1982 – Metin Demirtaş

İlhan Erdost, ölümü 7 Kasım 1980
Enver Gökçe, ölümü 19 Kasım 1981

Yayıncı İlhan Erdost 12 Eylül darbesini izleyen günlerde abisi Muzaffer Erdost’la birlikte gözaltına alındı. Bir astsubayın emriyle dövülerek öldürüldü. (O zulmü iki satıra sığdırmak bağışlanmaz ama affınıza sığınıyorum.)
Ölümünden sonra ağabeyi, kendi adına O’nun adını ekleyerek adını Muzaffer İlhan Erdost yapmıştır.

Enver Gökçe, toplumcu şiir anlayışıyla yazdığı şiirlerle halk olmuş, halka mal olmuş büyük bir devrimci şairdir.
Ömrü hapishanelerde, sürgünlerde geçmiştir.
Hapislerde kaptığı hastalıklar yüzünden doğduğu köye çekilmiş, köylüleri tarafından bakılmıştır.
Ankara’ya dönmüş ve ömrünü bir huzurevinde tamamlamıştır. (O müthiş yaşamı böyle kısacık özetlediğim için af diliyorum.)

ENVER GÖKÇE
Kadersizdi,
Kadersizliği
Ölümünden sonra da devam etti.
Natalie Wood ile
Aynı günlerde ölmeseydi,
TRT'de ona da sıra gelecekti.
Bir ağlayan
Eğin türküleriydi,
Ona da şükretsindi...
                   Metin Demirtaş

Muzaffer İlhan Erdost’un Enver Gökçe şiiri için söyledikleri:
"Enver GÖKÇE'nin şiiri, güz ekini gibidir. Kırsal alandan gelenler bilirler, sonyazda, yani güzün ekilen buğday, ilkyazla birlikte eriyen karın altında filizlenir. Soğuğa, kırağıya dayanıklıdır. Kurağa dayanıklıdır. Nice boralar, fırtınalar ya da Anadolu'nun kavurucu sıcağı ortasında, eğilip bükülmez, boy verir, başak verir. Böyle dayanıklıdır, Enver GÖKÇE'nin şiiri. Enver GÖKÇE'nin şiiri harman olur, bağ olur. Savrulur. Bir yandan bizim bilincimizi ve direncimizi pekiştirirken, bir yandan da devrimci şiirimizde özgün bir tohum olarak yineler kendini..."



2 Ocak 2018 Salı

Etik Olan Nedir


Ahlaki yozlaşma sağ ve dinci kesimin karakteristik özelliğidir diyebiliriz… Bu gerçekliği kendi politikacıları da zaman zaman dile getirirler.
Daha geçenlerde AKP’li bir vekil, “Solcular rüşvet kabul etmiyor, devlet malına göz dikmiyor.” dedi. Bir itiraftı bu, acı acı ne mal olduklarını itiraf ediyordu muhterem. Gerçi ağzından kaçırmıştı ama olsun.
Parlamentoda bir gün bile vekillik yapmamış olan Merve Kavakçı, yeniden vatandaşlığa alınarak, maaşları faiziyle kendisine ödendi, emeklilik hakkı verildi.
2 Mayıs 1999’da TBMM’de ant içme törenine başörtülü gelince meclisten çıkartılan Kavakçı Bakanlar kurulu kararıyla ABD vatandaşı olduğunu bildirmediği için vatandaşlıktan çıkartıldı.
Yani ABD vatandaşı olduğu halde meclise girip bunu da saklamakta bir beis görmemişti.
Kavakçı o parayı, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını çatır çatır yemekte de bir sakınca görmedi. “Bu parayı ben hak etmedim.” demedi.
O cenahta bu normal karşılanıyor.
O cenaha biz de bu ahlak dışı durumu yakıştırıyoruz.
Bizde durum ne?
Bizde Merve Kavakçılar vb. yok mu?
Sayıları çok az da olsa elbette var, olmaz mı?...
Tek farkla ki; bu bizim canımızı çok yakıyor; üzülüyor, utanıyoruz. Bağışlayamıyoruz.      
O kişileri kendi ellerimizle manen infaz ediyoruz. Hani neredeyse nefes almalarına bile izin vermeyeceğiz.
İyi de ediyoruz. Heveslisi varsa da içimizde barınamıyor çünkü.
Ben Türkücü Sabahat Akkiraz’a çok kızıyorum. Hani neredeyse türkülerini bile dinlemeyeceğim.
Hiç kimse kapısına gidip yalvarmadığı halde, kendiliğinden, gönül rızasıyla vekil olmuştu.
Vekiller asıl mesleklerini sürdürmeyi bırakırlar… Vekil maaşıyla idare ederler. Etik olan budur. Dünyada da bu böyledir. Fransa’da asıl mesleğini sürdürdüğü ortaya çıkan vekil istifa etmişti.
Bu kural bizde işlemez.
Buna sadece CHP’li vekiller uyuyor. Diğerleri uyar gibi yapıyor, siyasi güçlerini asıl işlerini kolaylaştırıcı bir referans olarak kullanıyorlar.
Ama, tanınmış bir istisnası var CHP’nin.
Sabahat Akkiraz, mecliste çok az oturuma katılmıştır. Meclisin en devamsız vekili sıfatını taşırdı. Özellikle yurt dışında verdiği konserlerden, sahne çalışmalarından fırsat bulup da milletin vekili olamamıştır.
Bu durum kendisine anımsatıldığında halkın sanatçısı olduğunu, hiçbir gücün kendisinin mesleğini icra etmekten alıkoyamayacağını söylemişti. Milletin vekili olduğunu unutarak…
Bu ayıp mecliste, mensubu bulunduğu parti tarafından yüzüne vuruldu muydu, bilmem. Ancak çok tepki olduğunu ve bir daha da aday gösterilmediğini anımsıyorum.
Sabahat Akkiraz, devam etmediği meclisten vekil maaşını aldı, emekliliğe resmiyette hak kazandığı için emekli maaşını da alıyor.
Bir de Şafak Pavey var; benim gök gözlü kızım… Yüreği de gökyüzü kadar engin, aydınlık, ışıltılı… Buram buram insanlık kokan, emek kokan, adalet kavramını içselleştirmiş bir kadın. Vatanına, insanlarına sevdalı…
Yaralı bir güvercin yavrusu ama inadına sağlam, kaya gibi, çelik gibi, toprak gibi de cömert, yumuşacık …
Genel başkanın ısrarıyla aday olup ikinci kez girdiği mecliste hastalığı nedeniyle devamsızlık yapmak zorunda kalmış.
Mecliste bulunmadığı halde vekil maaşı almayı kendisine yakıştıramadığı için milletvekilliğinden istifa etti.
Yetmedi, hak ettiği halde emeklilik haklarından da vaz geçti.
“Ben bu yoksul halkın hakkını yiyemem.” Sözleri bu…
Başka geçim kaynağı yok üstelik. Çalışması da zor…
İşte size üç kadın…
Üç kafa yapısı, üç vicdan…
Hangisini evinize alırdınız?




DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...