13 Haziran 2021 Pazar

GEZİNTİ DERKEN...

 Yaşar akşamdan pazarlığa durdu benimle: “Yarın gezintiye çıkacağız, erken kalkmalısın.” diyor. İyi güzel de meret uykunun ne zaman geleceğini bilmiyorum ki…

Erken yatsam, kafama bir şey takılmış olsa, koydunsa bul uyku hazretlerini… Üstelik kafaya takacak milyonlarca şey varken...
Korktuğum başıma geldi, uykuyu yele verdim ama gene de davranıp kalktım sabaha.
Bugün aylaklık edeceğiz. Tam aylaklık ama!
Yola koyulacağız, zaman hanım kulağımıza ne fısıldarsa…
Niğde’nin yeni kurulan semtlerinden birinde, bizim buralarda dedikleri gibi “Birbirlerine bok yeme otur.” diyen, şekilsiz, abus, her biri diğerinden daha berbat mimari örneği beton kulelerin arasında zaman hanıma da güven olmaz, bilirim. Ne bulacak da önümüze koyacak?
(Üstelik bu binaların yerinde, çok değil, 15 yıl önce zümrüt yeşili bağlar vardı, Anımsadıkça içimi titreten güzellikler…)
***
Vurduk yokuşa… Hastaneye dek oldukça dik bir yokuş var. Eskilerden “yorgunu yokuşa sürmek” diye bir deyim vardır. Aklıma o geldi.
Yol kenarında bir apartmanın bahçesinden kiraz ağacı uzanmış yola doğru. Pıtırak gibi kiraz ama henüz olgunlaşmamış. Bir kadın, yanında dört çocukla, yolun o tarafına geçip yanaştılar ağaca. Kadın yüksekçe duvarın üzerine çıkardı iki oğlunu. (Diğerleri küçük, biri henüz arabada.) Kiraz ağacına giriştiler. Kadın boyunun yettiği yerlerden alıp küçük oğlana veriyor. Duvardaki çocuklar hem toplayıp hem yemekteler. Kirazlar ham ama aldırmıyorlar.
Kafam karıştı. Kendilerine ait olmayan bu bahçenin kirazını böyle fütursuzca, arsızca, kimseden utanıp saklanmaya bile gerek görmeden yağmalayan bu kafa yapısına kızsam mı?
Pazardan o çocuklara yarım kilo kiraz alamayan bir anne için üzülsem mi? (Böyle bir olasılık da var elbette.)
***
Yokuşun yorgunluğu hüzünle sarmalandı, dizlerim ağırlaştı, ayaklarımı sürüyorum.
“Az sabret” dedi Yaşar. “Seni Aykut’un Yeri’nde dinlendiririz.”
“Aykut kim?” dedim. Tanıdığı bir lahmacuncuymuş, ara sıra eve sipariş verdiğimiz lahmacunlar oradan gelirmiş.
Balkona oturduk, Aykut’la tanıştım. Çaylarımız geldi, yudumlarken sohbet ediyoruz kendi aramızda. Sanırım biraz yüksek sesle konuşuyordum. (Meslek hastalığı, yavaş konuşmayı bilmem ki!) Endüstri Meslek Lisesinden eski bir öğrencimden söz ediyordum Yaşar’a; Aykut geriden atıldı: “Feride Hocam! Valla sizsiniz. Tanımadım maske yüzünden. Ben de öğrencinizim Endüstri Meslek Lisesi’nden.”
Bir şaşkınlık, bir sevinç…
Ne yalan söylemeli Yaşar benden çok heyecanlandı, sevindi. Yorgunluk, diz ağrıları hak getire.
Hooop, sohbet üçlü sohbete dönüştü. CHP’den, günlük siyasetten girdik anılardan çıktık.
Oturmaya, yemek yemeye gelenleri görünce masa işgal ettiğimizi fark ettim, davrandık, Aykut’la vedalaştık. Çok yaşa Aykut!
***
Fertek’e uzaktan bir selam veriyoruz, bir defaki gezintide o tarafa doğru yürüyelim, diyoruz.
Eskiden çevresinden dolaştığım ama içine hiç girmediğim bir park var. Geriden çölün ortasında vaha gibi duruyor. Zümrütten kocaman bir benek. Eski belediye başkanlarından Mümin İnan yaptırmıştı. Yaşar gezmiş, biliyor, girelim, dedi girdik.
Çok şaşkınım. Bir sürü ağaç; çam ağaçları, akça ağaçlar, meyve ağaçları… Çimler yemyeşil. Bölge engebeli, kayalık malum. Parkın bu engebeli hali çok güzel. Çimler yeni biçilmiş. Sarhoş eden bir çim kokusu…
Bir kameriye bulduk, oturduk. Park kalabalık. Cıvıl cıvıl çocuk sesleri. Keplerini cübbelerini giymiş onlarca çocuk oradan oraya koşturuyor. Yakınlardaki bir okuldan olmalı, mezuniyet pikniği var. Veliler, öğretmenler yayılmışlar çimlerin üstüne. Mutlular… Veliler ve çocuklar öyle mutlu ki o anda dünya yıkılsa umurlarında olmaz. Ne güzel.
Ama corona salgını umurunda değil hiçbirinin. Kucak kucağa, omuz omuza oturulmuş yer sofrasına.
***
İki minik haylaz bir sokak tekirini kovalıyor. Kedicik bizim çardağa sığındı. Bir hamlede yan taraflardaki ahşap parmaklıklara tırmandı ama dünya tatlısı iki oğlancık peşini bırakmadılar. Onlar da geldiler. Konuk sayısı üç. Oğlancıklarla sohbet ediyoruz. Altlarından girdim, üstlerinden çıktım, lafa tuttum, kediyi unutturdum. Hayvancağız atladığı gibi gözden kayboldu. Bizimkiler aldırmadı; benden hoşlanmışa benziyorlar. Anneleri gelip alana dek konuştuk.
Yaşar, kalkalım istersen, dedi. Yok, dedim, aylaklık hoşuma gitti. Bugün aylaklık günümüz ya, dedim.
İki aylak telefonlarımızı çıkardık, birbirimizin fotoğraflarını çektik, bir sürü…
Hava güzel. Biraz gazete okuduk, orasından burasından haberleri konuştuk ama fazla takılmadık can sıkan haberlere.
Gene geliriz, diyerek kalktık.
Şöyle gelmiş geçmiş belediye başkanlarını düşündüm. Hiçbiri böyle bir ağaçlandırma çalışması yapmamıştı. Kentin dışında, yeni semtlerden birinde beton kulelerin arasında soluk alınabilecek bir park.
Yiğidi öldür, hakkını yeme, demişler. Mümin İnan’la, taban tabana farklı siyasi görüşlerden olsak da, geçmişte çok şiddetli siyasi çatışmalar yaşanmış olsa da, övgümü esirgemeyeceğim bir iş yapmış doğrusu. Parkı güneye doğru açmışlar. Bir bina var orada. Millet kıraathanesi yazıyor kapıda. Ama kimse yok. O boş kıraathane yerine parkı abad etmek vardı, bankları, çardakları yenilemek vardı.
Bunu konuştuk dönüşte.
***
Aylaklık yapacağız dedik ya, hakkıyla aylaklık yaptık valla. Eve yakın bir kafeye uğradık çay içmek için. Kafenin adı,(Online) ikramların adı İngilizce. Kapıda asılı olan “Hoş geldiniz” tabelası ile “içli köfte ve mantı” dışında Türkçe sözcük yok. Sürekli geliyoruz, seviyoruz burayı ama buna kafayı takmadan duramıyorum işte.
Ancak çalışanlar can çocuklar, güler yüzlü sıcak, saygılı… Yetiyor.
Kurulduk dışarıdaki divanlara, mis gibi çaylar geldi. Doğrusu dışarda içtiğim çayların en güzelini burada içiyorum. Kapının önünde bir kaktüs var. Benimkinden. Hemen telefonu çıkarıp çiçeklerinin fotoğraflarını gösteriyorum, sizinki de böyle açacak, diyorum en bilmiş halimle. Çocuklar beğeniyorlar.
***
Eve dönüyoruz.
İçimizi serinletecek, yorgun dizlerimize, ayaklarımıza can suyu verecek umudu, “sol memenin altındaki cevahiri” eksik etmemek gerektiğine bir kez daha iman ediyoruz.
Zaman hanım, mucizeler yaratabiliyor. Kime, ne zaman, ne gösterecek, bilmesek de mucizelere inanmak gerek diye düşünüyorum.
Zaman hanıma inanmak gerek.





DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...