Yağmur çiseliyor.
Seriler serildi, illa yağacak, yağmazsa olmaz.
İnsanlar ellerinde örtüleriyle bağlarına koşacaklar üzümleri yağmurdan korumak için.
Bu telaş gerekli, yağmur yağmalı, illa yağmalı.
Üzüm bozanlar, armut bozanlar, geç erikleri bozanlar aldırmaz yağmura, biraz daha hızlanırlar, eller hızla çalışır. Bağırış, çağırış, talimatlar havada uçuşur.
İnsanoğlu kaç, doğa tut.
Haftalardır bir damla suya hasret toprak şerha şerha yarıldı. Nefes alırken burnunuz, ağzınız, boğazınız kurur, yanarsınız; sıcak toprak, sıcak asfalt kokusu yakıcıdır.
Eylül cömerttir, salıverir yeryüzünün üstüne bereketini.
Toprak yağmuru çok özlemiştir, çok.
Toprağa düşen ilk damlalardan sonraki toprak kokusu, güzelliğini bu özleme borçludur.
Pencereden sarktım gövdemin yarısıyla.
Onca beton yığınının, asfaltın engelleyemediği kokuyu iyice içime çektim.
Eskiler, toprak kokusunu içine çekmenin ölüm getireceğini söylerlerdi. Saçmalık... Ama inanırdık.
Oysa o koku, şimdi sağ ve esen olduğumu duyumsatıyor bana.
Sonra, çok çok uzun yılların gerisinden bir perde aralandı.
Bizim bağlardan birindeyiz.
Annem Gürsel’e gebe. Karnı burnunda derler ya, öyle. Ferda, Leyla, ben bağın kenarında bir ağacın altında oynuyoruz. Annem ve anneannem üzüm topluyorlar. En küçük amcam getir götür işleri yapıyor.
61 güzü.
Birden bire havayı bir toz bulutu kapladı. Arkasından kıpkırmızı ejderhalardan oluşan bir bulut ordusunun son hızla üstümüze geldiğini fark ettim. Aynı anda, kardeşlerimle benim üstüme atlayan amcam gövdesiyle bize siper oldu. Ardından gelen o zifiri karanlık ne kadar sürdü, bilmiyorum.
Küçüktüm 7-8 yaşlarında olmalıyım. Ancak bu olay o denli taze bir fotoğraf ki belleğimde. Bunca zaman sonra belleğim ara ara bu görüntüleri gün yüzüne çıkartır.
Sandıkları taşıyan at arabasının babamla geri dönmesi, anneannemin kanatlarıyla sarıp sarmaladığı annemi karanlığın içinden bize doğru taşıması, korkup ağlayan bebek Leyla, bana sarılmış Ferda, dehşet içinde ben.
Babamın anneannem ve annemi arabaya bindirmesi, amcamın bizleri kucağında arabaya taşıması, yağmurla üstümüze inen çamur…
Ağaçlarda elma kalmamış; kasırga, bağlarda omcaları karıklardan sıyırıp almış.
Tam bir felaket…
Bu denli taze anı mı olur? 60 yıl öncesinden böyle çırılçıplak çıkıp geliverir mi anılar?
Ve o koku… O korkunç kum fırtınasından hemen sonra başlayan yağmurun topraktan alıp burunlarımıza taşıdığı koku.
Her yağmur sonrası ben o kokuyu yeniden duyuyorum. Karanlığı kovalayan koku. Kurtuluşumuzun kokusu gibi geliyor bana.
Dilerim serilerden zararsız toplanır kuru üzümler. Her bir tanesinde alın teri var. Kuru üzüm kutsal meyvedir bu yüzden.