Peşpeşine iki farklı dizi izledik. İkisi de İngiliz yapımı, çok beğendik. Özellikle biri, Black Earth Rısıng, çok etkiledi beni. Başta İngiliz emperyalizmi olmak üzere emperyalizmin Kara Afrika’nın yer altı zenginlikleri üzerinde oynadığı çirkin ve vahşi oyun gırtlağımıza kadar tiksintiyle doldurdu içimizi.
“Batılılar geldiğinde onların ellerinde İncil, bizim de
topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü
açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde ise bizim topraklarımız vardı.”
Dizi boyunca Kenya’nın kurucu başbakanının bu sözleri çınladı
durdu beynimde.
Diğeri İngiliz aristokrasisini yerden yere çalan bir
diziydi.
Filmler, diziler, belgeseller ufuk açıcı olabiliyor.
***
Son birkaç yıldır bir film, bir kitap, bir şarkı peşine
takılıp savrulup gidiyorum. Bir tür kaçış sanki.
İşe yarıyor mu? Ne gezer… Bir süreliğine aklımı ve yüreğimi
yıkayıp arındırıyor, o kadar…
Kimi zaman gündemdeki konulara takılıp kalıyorum. Aklımdan
atmak için ne denli uğraşırsam uğraşayım beynimin her bir hücresini ele
geçirmiş gibiler…
Bir kadın “Senin kariyerin çocuk yapmaktır.” diyen birinin
yüzüne nasıl gülümser, elini nasıl sıkar?
***
Kış iyice kendini gösterdi.
Daha kapıdan dışarı adımımı atar atmaz burnumda kış kokusu…
Durdum, derin derin içime çektim…
Üç beş gün sonra böyle rahat nefes alamayacağım, hava kirlenecek.
Bir gün güneş bir gün yağmur ve soğuk… Havalar kararsız.
“Kılıçdaroğlu aday olursa kazanamaz.” çeşitlemeleriyle kafa
bulandırmaya çalışan aşağılık politikacılar karşısındaki seçmen gibi…
Kararsızlık berbat bir huydur, kişilik zayıflığını gösterir.
Her yöne dönebilir, dün yaptığını bugün inkâr edebilir.
Kararsızlık çoğu zaman kararsız elemanın çevresindekilere
zarar verir. Durmadan yalan söyleme eğilimleri de vardır.
Tanrı bizi kararsız seçmenden korusun.
***
Antik Yunan mitolojisindeki cehennemin ya da yer altı
dünyasının kapısını bekleyen Kerberus adındaki üç başlı canavar köpeği
bilirsiniz.
Bugünlerde her yerde Kerberuslar var.
Pazartesi gün doktora gittim. Düştükten sonra kesilmeyen
ağrılarıma çare bulmayı ve dizime yeniden bir iğne yaptırmayı umuyordum.
Hastanedeki doktorların
sekreterleri, röntgen çeken teknisyenler, pansuman odasındaki hastabakıcı ve
muhatap olduğum başka kim varsa her biri ayrı ayrı Kerberus’a dönüşmüşler. İki
karış suratlar, ağız içinde gevelenen açıklamalar, terslemeler, haksızlıklarını
bastırmak için Kerberus hırlamaları…
Sanırsınız doktor odasının
kapısında değil de cehennemin kapısındalar…
Kendimden biliyorum, birileriyle
kapışmak ya da terslemek zorunda kaldım mı günlerim zehir oluyor; mutsuz biri
oluyorum. Bir türlü içimden atamıyorum.
Bu insanlar bunca aksi, bunca
kibirli, bunca kırıcı iken nasıl uyuyabiliyorlar?
İşte sadece biri…
Röntgen bölümünde elime verilen
kâğıtta 2. odaya gitmem gerektiği yazıyor. Odanın önünde bekliyorum ama odaya
girip çıkan yok, görevli de görünmüyor. Birinci odaya sürekli birileri girip
çıkıyor.
Gidip sordum; bana “Çağırdık
sizi, gelmediniz.” diye çıkıştı adam. Neredeyse dövecek. Kâğıdı attım önüne,
burada iki yazıyor, neden birden çağrılıyorum. Benim kulağım duymuyor, duymak zorunda
da değilim. Ama siz o odada olmak zorundasınız.” dedim. “Mesai bitiyor,
beklemek zorunda mıyım?” dedi. Tam kavgaya tutuşmuştuk ki röntgeni çekecek olan
teknisyen geldi, kolumdan tuttu, “Gel ablacığım, seni hemen alıyorum.” dedi.
Öfkemi o çocuktan çıkardım, düşündüklerimi saydım döktüm. Kaç gün geçti, hala
ne kendi sözlerimi ne de o azarlanmayı unutmuş değilim.
Pansuman odasındaki pansumancı
Ramazan (Adını öğrendim çünkü insanlıktan çıkmış bu adamı şikâyet etmeyi
düşünüyorum.), doktor sekreterleri, güvenlikçiler… Hepiniz insanlığınızı nerede
bıraktıysanız arayın bulun. Birazcık güler yüz, tebessüm, yumuşak bir üslup,
azıcık insanlık gösterisi sizin de iyi hissetmenizi sağlayacak, inanın.
Aslında doktorların da onlardan
kalır yanı yok. Kendi kabalıklarının yanında bunca çirkinliğe göz yumdukları
için de suçlular. Her şey gözlerinin önünde olup bitiyor.
Bu yaz hep hastanede geçti
zamanım. Bunları yaşamak zorunda kaldım.
***
Bu yazı bir aydır dinlenmede.
Kimi zaman duygularım sıcaklığını
yitirmeden yazmayı severim. Hemen, anında…
Kimi zaman da öfkemi yatıştırmak
için beklerim. Parladığım zaman kendimi dizginleyemediğim de olur çünkü.
O gün yazdıklarımdan bir gün
sonra vaz geçtim.
O pansumancıyı da şikâyet etmedim.
Ne bileyim, pek doğru gelmedi.
Ne dersiniz, bir gün bu ülkenin
insanlarının çoğu yeniden insan olduklarının ayırdına varacaklar mı?