Canım "yılbaşı tebriği" almak istiyor.
Hani bir zamanlar (sanki milattan önceymiş gibi) üşenmeden bütün sevdiklerimize ayrı ayrı yazdığımız süslü kartlardan. Kokulu olanlar bile vardı. Sade olanlar, üç boyutlu olanlar, fotoğraf olanlar, resim olanlar, simliler...
Kırtasiyeciler yetmez gibi postanenin önünde, işlek kaldırım kenarlarında tezgahlarda...
Kuyruklar bile oluşurdu bazan.
Öğrenci harçlığımla en az elli kart gönderirdim.
Herkese ayrı...
Ama asla aynı sözcükleri kullanmazdım. Herkes için söylenecek güzel, samimi, sıcacık sözlerim vardı.
Anneme babama gönderirdim ama kardeşim Ferda'ya ayrı yollardım. Karşılığı da öyle olurdu. Diğerleri küçüktüler.
Arkadaşlarım, yakın-uzak akrabalarım, komşularımız, aile dostu büyüklerimiz... Kim varsa...
Hiç birini atlamazdım. Hiç kimse de beni unutmazdı.
"Tebrik" almak çok büyük mutluluklarla doldururdu içimi.
Sadece yılbaşında değil, bayramlarda da...
İyi ki bazılarını hala saklıyorum.
Ne güzel olurdu yeniden kart yazmak, kart almak...
Çok canım istedi, çoookkk....
Blogdaki yazılarım öncelikle benim içimi dökme, düşüncelerimi dışa aktarma yolumdur. İlle okunsun diye bir beklentisi yoktur. Okunursa da mutlu olurum.
21 Aralık 2016 Çarşamba
BİR SUİKAST
Lanet
gribi azıcık uzaklaştırır gibi oldum.
Gündem
yoğun; dehşet verecek kadar ani değişen bir gündem.
Bir
de bu suikast geldi.
Bir
ülkede böyle suikastların olması hayra alamet değildir, korkunç sonuçlara gebe
yarınlar bekliyor.
Bir
ülkede böyle suikastler tesadüfen ortaya çıkmaz. Hep bir planın parçasıdırlar.
Birinci
dünya savaşının görünürdeki nedenini anımsayın.
Çok
kaygılıyım, çok...
Dünya
savaşı değil ama ülkede iç savaşa hazır olun. Bunu söyleyenlere gereksiz
komplocular dediğimi anımsıyorum.
Değilmiş.
Ya da öyle görünüyor.
Böyle
düşüncelerle boğuşurken aklıma Göktürk Yazıtları geldi.
Bütün
yazıtların tam metinlerini defalarca okuduğum için, bunu birden anımsamam
doğal.
"Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi
arasında pek teşkilâtsız Gök Türkü düzene sokarak öylece oturuyormuş. Bilgili
kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş tabiî, Cesur imiş tabiî.
Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup
töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefat etmiş."
İnsan
kendi ülkesi için kaygılanıp acı çektiğinde kendi tarihine bakacak elbette.
Bir
halk benzer hataları kaç kez yapar?
Tarihten
ders almayı bilmediğimiz için mi tekerrür edip duruyor?
Ve
hala başkanlık diretmesi...
Neyin
bedelini ödemekteyiz?
Bir
başkanlık kaç can eder?
Kan
ne zaman duracak?
Dinle
afyonlanan bir akıl hastasını hangi ucube akıl polis yaptı?
Hiç
kimse dönüp aynaya bakmayacak mı?
Tünelin
sonunda ışığı görecek miyiz?
Ya
çocuklar... Çocuklarımız... Onlar nası bir ülkede yaşayacaklar?
Çocuklarımızın
payına başka hangi acılar yazılı?
7 Aralık 2016 Çarşamba
SİYASETTE SAMİMİYET NEREDE BAŞLAR, NEREDE BİTER
Bu ulusalcıların büyük bölümünün,
özellikle Sözcü gazetesinde yazan ulusalcıların, sağı solu belli olmuyor.
Birilerinin kuyruğunda sürüklenip
durmaktalar.
Ergenekon duruşmaları sırasında, muhaliflerce
yapılan açıklamaları, verilen sözleri anımsayın:
“Basın özgürlüğüne kilit vuruldu.
Fikir özgürlüğüne kilit vuruldu. (1) Bir
gün gelecek, devran değişecek ama biz, sizin bize yaptıklarınızı yapmayacağız,
sizin haklarınızı, düşünce özgürlüğünüzü, basın özgürlüğünü, düşünceyi açıklama
özgürlüğünüzü sizin adınıza savunacağız, sizin için de demokrasi mücadelesi
vereceğiz. Bu bir kurmacadır, kanıtlar kurmaca, duruşmalar kurmaca, suçlamalar
kurmaca. Biz, ileride, siz yargılanırken sizin için, sizin haklarınız için
savaşacağız. Keser dönecek, sap dönecek, gün gelip hesap dönecek; ama biz size
oh olsun demeyeceğiz.”
Bunlar doğru sözlerdi.
Demokrasi adına söylenmesi
gereken sözlerdi.
İntikam yerine, gerçekten
demokrasiye inananların söylemesi gerekli sözlerdi.
Güzel olan buydu. Toplum barışı
böyle kurulur, kurgulanabilirdi.
Bu içerikte çok yazı arşivlerde
duruyor.
Baransu için, Altan kardeşler ve
diğer cemaat ve iktidar yandaşı yazarlar -çizerler için söylenen sözler
unutulmadı. (1)
Bu kişiler, kendi gazetelerinde
yargısız infazlarda bulunurken, hedef gösterirken, kumpasın basın ayağında
görevlerini yerine getirirken, hem en şiddetli sözlerle eleştirildiler hem de
günün birinde, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü bağlamında korunacakları, bizim
onlar kadar alçalmayacağımız, onlara savunma hakkı vereceğimiz vesaire söylendi
durdu.
Tekrar ediyorum, o yazılar
arşivlerde… Açın bakın.
Sözcü Gazetesi, Cumhuriyet
Gazetesi, Ulusal Kanal, Halk TV, Oda TV, bütün muhalif yazar – çizerler, CHP, o zamanki İşçi Partisi… Kısaca bütün
muhalefet bu görüşteydi. Herkes, ama ayrımsız herkes.
Gün geldi, devran döndü,
egemenler birbirine düştü.
O kumpasları kuranlar, o
kumpasların içinde yer alanlar, bütün o süreci yönetenler birbirine girdi.
Çıkar çatışması…
Adı, nedeni ne olursa olsun…
Şimdi o sözleri anımsayıp sözünü
tutan, tükürdüğünü yalamayan bir CHP, bir Kılıçdaroğlu kaldı ortada.
Herkes tuhaf bir kindarlıkla,
cemaatçi yazarlar (Onlarla birlikte ilgisiz bir yığın muhalif gazeteci, yazar
yargılandığı halde) yargılanıyor diye “Basın özgürlüğü, insan hakları, düşünce
özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü, masumiyet karinesi, demokrasi, hukukun
üstünlüğü vb. konularda söylediklerini unuttular.
Aslında unutmadılar da unutur
gibi yaptılar.
Tutarsızlık arşa çıktı. (1 ve 2
birlikte)
Döndüler CHP içindeki muhalefetin
çığırtkanlığına soyundular.
Dikkat edin, çığırtkanlar,
Ergenekon davalarının hiçbir yerinde yoklardı. Tutuklanmadılar, gözaltına
alınmadılar.
Ahmet Şık…
Uğradığı mağduriyeti de, o günlerdeki ve bugünkü sağlam duruşunu da unutulabilir miyiz?
Uğradığı mağduriyeti de, o günlerdeki ve bugünkü sağlam duruşunu da unutulabilir miyiz?
Daha bugün çıktığı Medya
Mahallesi’nde, dün nasıl karşı çıktıysa, bugün de, aynı şekilde basın
üzerindeki, gazeteciler üzerindeki baskıya karşı çıkıyor. Ayırımsız… Kendisini
yargısız infaz edenlerin özgürlüğünü bile…
Üstelik hakkında Cemaatin
kriptosu olduğu iddiasıyla yeni bir soruşturma açıldığı halde. Cemaatin bütün
kirli çamaşırlarını ortaya döktüğü için yaşadıkları ortada oysa.
Neymiş, muhteremler, o
gazetecilerin adının meydanlarda anılmasına çok kızmışlar?
İyi de orada anılanlar sadece
isimler değil ki…
Gazeteciler… Görevlerini nasıl
yaptıklarını tartışmıyoruz. Gazetecilere ve gazetelere zincir vurulur mu? Bunu
tartışıyoruz.
Nazlı Ilıcak’ı da, Altan
kardeşleri de Bavulcu Baransu’yu da hiç mi hiç sevmem. Gebermeleri için çok da dua
ettim geçmişte.
Ama şimdi, tutarlı davrandı,
insana yakışanı yaptı, kindar olmadı, basın özgürlüğünün, demokrasinin yanında
olduğunu kanıtladı, dün söylediklerinin arkasında durdu diye Kılıçdaroğlu’na
hiç kızamam.
Bana göre başına geleceği bile
bile yiğitçe davrandı.
“Cemaate nefretiniz sadece
Ergenekon, Balyoz kumpasıyla mı ilgiliydi?” diye sorarım.
AKP, darbe girişimini kendi lehine bir fırsata
dönüştürdüğünde sustular.
Örneğin kafası kesilen erin hesabını hiç biri, korkudan soramadı, CHP sordu.
Darbenin bir anda RTE’nin elini
güçlendirmesi, yaşanan tuhaflıklar, cemaatin siyasi uzantılarının neden
yakalanmadığına ilişkin sorular vb. pek şaşırtmadı da Kılıçdaroğlu’nun basın
özgürlüğü bağlamındaki tavrına pek şaşırdılar, pek kızdılar.
Hala KHK hakkında aklı başında,
tutarlı bir yazı yazanı ben görmedim. Bazı sözcü yazarları, iki Kılıçdaoğlu’na,
bir iktidara vuran yazılar yazıyor, haklarını yemeyelim.
Örneğin Muharrem İnce hapşırsa
haber yapan sözcü, Kılıçdaroğlu ve çalışmaları hakkında neden ilgisiz?
Örneğin Halk TV, neden, tam da şu
sıra, CHP içindeki muhaliflere gaz veren, ateşi körükleyen bazı yazarları yeniden
kadroya dâhil etti? Gizli sahibi Baykal olduğu için mi?
Örneğin, Baykal, CHP Genel
Başkanını suçlamak için neden Ahmet Hakan’ı seçti?
Üstelik konuşma talebi Baykal’dan
gelmiş, sorulmasını istediği soruları A. Hakan’a kendisi vermiş. Bu nasıl
iştir. A. Hakan şimdilerde saray ne diyorsa onu yapıyor, biliyorsunuz.
Amaç “CHP ve yöneticileri Türkiye
yansa umursamıyor.” mesajı mı vermek?
Amaç, CHP seçmenine; “CHP’ye,
yöneticilerine hiç güvenme, onları birbirini yemekten seninle uğraşmaya vakti
yok.” demek mi?
Ben kendi adıma, o yazar ne
demiş, bu yazar ne yazmış diyerek onun bunun peşinde koşanlardan değilim.
Çok şükür kendi aklım var,
okuyorum, değerlendiriyorum, düşünüyorum.
Bu yüzden kimi zaman aykırı
olabiliyorum.
Aykırılığımı seviyorum. Beni
özgür kılıyor, ayakta ve hep tetikte olmamı sağlıyor.
Sıradanlıktan, ezberden,
başkalarının fikirlerinin peşine takılmaktan kurtarıyor beni.
Dip Not:
(1)
Yılmaz Özdil 12 Mart 2014
“Kimlerin evinin basılacağını,
henüz evler basılmadan önce TRT’den yayınladılar. Tayyip Erdoğan, bunlar daha
işin başı, daha neler gelecek dedi. Nereden biliyordu nelerin geleceğini? Sahte
haham’ı TRT’ye çıkardılar, genelkurmay başkanlarına çeteci dedirttiler. Yandaş
gazetelerin manşetlerinde idam sehpaları kurdular, haysiyet cellatlığı
yaptılar, köşe yazılarında tutuklanacakların listelerini yayınladılar, Nazi
Almanyası’ndaki gibi, adeta kapıları işaretlediler. En iyi hangi gazeteciler
küfür ediyorsa, o gazetecileri makam uçağına aldılar. PKK itirafçılarına
itibarlı adam muamelesi yaptılar”
(2)
“Bundan tam iki ay önce, 12 Nisan
2013 Cuma günü, Ulusal Kanal’da Ümit Zileli’nin sunduğu “Sesli Gazete” adlı
programın canlı yayındaki konuklarından biri, Kanada’dan görüntülü olarak
katılan Tuncay Güney idi. Programın diğer konukları Dr. Serhan Bolluk ve Avukat
Vural Ergül idi. Dr. Serhan Bolluk, Avukat Vural Ergül ve Ümit Zileli,
Kanada’dan katılan Tuncay Güney’e Ergenekon Davası ile ilgili birçok soru
sordular. Sorulan tüm sorulara kendi açısından cevap veren Tuncay Güney de Dr.
Serhan Bolluk’a şu soruyu sordu: “Serhan Bey, CIA’nın ‘Ümmet Çöksün’ adlı bir
projesi vardır. Siz, Aydınlık olarak CIA’nın bu projesinde görev aldınız mı?”
Sanırım benim gibi binlerce izleyici o anda, Dr. Serhan Bolluk’un bu soruyu
şiddetle reddetmesini, Tuncay Güney’i böyle bir soru sormuş olduğu için
azarlamasını bekliyordu. Ama ne oldu biliyor musunuz? Dr. Serhan Bolluk bu
soruya cevap vermedi, araya başka laf karıştırıp geçiştirmeye çalıştı! Tuncay
Güney, yumuşak bir yaklaşımla, sorusunu yineledi: “CIA ile ilişkiniz nedir
Serhan Bey?” Dr. Serhan Bolluk yine bu can alıcı soruyu cevapsız bıraktı! Canlı
yayın programı bitinceye kadar, Tuncay Güney aynı soruyu iki kez daha sordu:
“Serhan Bey, siz CIA ile birlikte bir projede çalıştınız mı? Evet ya da hayır
deyiniz, CIA ile ilişkiniz nedir Serhan Bey?” Uzun süre Aydınlık gazetesinin
başyazarlığını yapan, İşçi Parti’sinin seçkin üyesi Dr. Serhan Bolluk, bu
sorulara cevap vermedi/veremedi! Şimdi ben merak ediyorum. İki ay önce
yayınlanan bu programda Tuncay Güney’in cevap alamadığı sorular İşçi
Partilileri, Ulusal Kanal izleyicilerini ve Aydınlık gazetesi okurlarını hiç
rahatsız etmedi mi? ABD’nin gizli istihbarat servisi CIA ile birlikte proje
üretmekle suçlanan ve bu suçlama karşısında kendisini savunamayanlar, halkımıza
ABD karşıtı olduklarını, Ulusalcı cephenin önderliğini yaptıklarını söylerlerse
inandırıcı olabilirler mi?” Yılmaz Dikbaş 12 Haziran 2013
NOT: Yazı acele yazıldı ve gözden
geçirilmedi. Gördüğünüz yazım ve noktalama yanışlarını hoş görün.
1 Aralık 2016 Perşembe
ÜRÜN ETİKETİ-ANAYASA
Bugün, her zaman alışveriş yaptığımız marketin bünyesindeki De facto mağazasından bir bluz aldım.
Etikette taksitli fiatı, peşin fiatı ayrı olduğu halde kasada taksit yapamayacaklarını söylediler.
Eşim, etiketin üzerindeki bilginin taahhüt olduğunu, taksit yoksa etiketi değiştirmeleri gerektiğini söyledi.
Kasiyer kız "Anayasa değişti amca." demez mi?
Eşim, malum emekli öğretmendir, "Anayasa mı yasa mı", sırf bu yüzden yasa mı çıkardınız, anayasayı mı değiştirdiniz? diye gürlemeye başlamıştı ki kasadaki çocukların bocalamalarını görünce fırçadan vazgeçti.
Ellerini iki yana çaresizce açarak bana döndü ve ve "Duydun mu?" dedi.
Yaş ortalamaları 20 var yok. İki kız...
Marketin taksitli satış yapmaması yüzünden mağazada da taksitli satışların iptal edildiğini söylemeye çalışıyorlar akıllarınca.
Etiketi değiştirmeyi unutmuşlar...
Anayasanın ne demek olduğunu bilmiyorlar.
...
Eve gelinceye dek bunu konuştuk. Eşimin şaşkınlığı hala geçmiş değil.
Şimdi MHP destekli anayasa değişikliğine gidiliyor ya...
Referandumda bu gençler de oy kullanacak.
Anayasanın ne olduğunu bilmeyen kızımız anayasayı değiştirecek.
Bununla kalsa iyi; başkanlık sistemini değiştirerek Cumhuriyetin canına ot tıkayacaklar...
Valla, bunlar yapacak.
Eşimi takıldım:
"Şükret hadi, bu çocuklara kanun hükmünde kararnameyi de anlatmak zorunda kalabilirdin."
Zavallı çocuklara bir acıdım ki.. Veballeri aslında bizim boynumuzda...
Etikette taksitli fiatı, peşin fiatı ayrı olduğu halde kasada taksit yapamayacaklarını söylediler.
Eşim, etiketin üzerindeki bilginin taahhüt olduğunu, taksit yoksa etiketi değiştirmeleri gerektiğini söyledi.
Kasiyer kız "Anayasa değişti amca." demez mi?
Eşim, malum emekli öğretmendir, "Anayasa mı yasa mı", sırf bu yüzden yasa mı çıkardınız, anayasayı mı değiştirdiniz? diye gürlemeye başlamıştı ki kasadaki çocukların bocalamalarını görünce fırçadan vazgeçti.
Ellerini iki yana çaresizce açarak bana döndü ve ve "Duydun mu?" dedi.
Yaş ortalamaları 20 var yok. İki kız...
Marketin taksitli satış yapmaması yüzünden mağazada da taksitli satışların iptal edildiğini söylemeye çalışıyorlar akıllarınca.
Etiketi değiştirmeyi unutmuşlar...
Anayasanın ne demek olduğunu bilmiyorlar.
...
Eve gelinceye dek bunu konuştuk. Eşimin şaşkınlığı hala geçmiş değil.
Şimdi MHP destekli anayasa değişikliğine gidiliyor ya...
Referandumda bu gençler de oy kullanacak.
Anayasanın ne olduğunu bilmeyen kızımız anayasayı değiştirecek.
Bununla kalsa iyi; başkanlık sistemini değiştirerek Cumhuriyetin canına ot tıkayacaklar...
Valla, bunlar yapacak.
Eşimi takıldım:
"Şükret hadi, bu çocuklara kanun hükmünde kararnameyi de anlatmak zorunda kalabilirdin."
Zavallı çocuklara bir acıdım ki.. Veballeri aslında bizim boynumuzda...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
DÜNDEN BUGÜNDEN
Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...
-
Sevgili yeğenim Bilgesu'nun yazmaya hevesini biliyordum. Arada yazdıklarını okur ve çok beğenirdim. Şiir yazdığını bilmiyordum. Gönd...
-
7’den 77’ye hemen herkesin yaptığı yaygın bir yanlışlıktan söz edeceğim. Eskiler buna galat-ı meşhur derlerdi. Çok yaygın olduğu ...
-
Sevgili Hocam Mazhar Kükey'i 35 yıl sonra yeniden görmek çok güzeldi. Uzun, çok uzun bir ömür diliyorum değerli hocama. Emekli oldukta...
-
Bir akrabam yıllarca önce anlatmıştı. Bahçeli'de kurban keserler. Kendisinin tüm itirazlarına karşın bir dirhem bile dağıtılmayan et e...
-
"Yıl 1962 Ankara’da yayımlanan, hükümet ve düzen işbirlikçisi bir gazete, kendi topraklarında yaşama özgürlüğü elinden alınmış mesn...
-
Nicedir aklımda. "Tanrı" dendiğinde küfür ediliyor sanan, boyuna kadar günaha batacağını düşünen Müslümanlar için "Allah...
-
DİLİM GİYDİRİR BANA KİLİM 1- 24.02.2015 tarihinde Kanal Türk’te akşam haberlerinde, haberleri sunan kişi "aile kabristanlığ...
-
Bugün bir arkadaşım anlattı. Çok öfkeli ve şaşkındı. Kızı 4. sınıfa gidiyor. Öğretmenin verdiği Türkçe dersinden bir ödevle ilgili ann...
-
“BENİM HALİM MEMLEKETİN HALİ.” Bor Devlet hastanesinde, son zamanlarda iki doktora gittim. İlki göz doktoru… Niğde Devlet Hastanesi...
-
Yıllardır zambak olarak bildiğim bu çiçeğin adının "süsen" olduğunu öğrendim. Okuduğum romanlarda, öykülerde, şiirlerd...