21 Aralık 2016 Çarşamba

Canım "yılbaşı tebriği" almak istiyor.

Canım "yılbaşı tebriği" almak istiyor. 
Hani bir zamanlar (sanki milattan önceymiş gibi) üşenmeden bütün sevdiklerimize ayrı ayrı yazdığımız süslü kartlardan. Kokulu olanlar bile vardı. Sade olanlar, üç boyutlu olanlar, fotoğraf olanlar, resim olanlar, simliler...
Kırtasiyeciler yetmez gibi postanenin önünde, işlek kaldırım kenarlarında tezgahlarda...
Kuyruklar bile oluşurdu bazan. 
Öğrenci harçlığımla en az elli kart gönderirdim.
Herkese ayrı...
Ama asla aynı sözcükleri kullanmazdım. Herkes için söylenecek güzel, samimi, sıcacık sözlerim vardı.
Anneme babama gönderirdim ama kardeşim Ferda'ya ayrı yollardım. Karşılığı da öyle olurdu. Diğerleri küçüktüler.
Arkadaşlarım, yakın-uzak akrabalarım, komşularımız, aile dostu büyüklerimiz... Kim varsa...
Hiç birini atlamazdım. Hiç kimse de beni unutmazdı.
"Tebrik" almak çok büyük mutluluklarla doldururdu içimi.
Sadece yılbaşında değil, bayramlarda da...
İyi ki bazılarını hala saklıyorum.
Ne güzel olurdu yeniden kart yazmak, kart almak...
Çok canım istedi, çoookkk....

BİR SUİKAST

Lanet gribi azıcık uzaklaştırır gibi oldum.
Gündem yoğun; dehşet verecek kadar ani değişen bir gündem.
Bir de bu suikast geldi.
Bir ülkede böyle suikastların olması hayra alamet değildir, korkunç sonuçlara gebe yarınlar bekliyor.
Bir ülkede böyle suikastler tesadüfen ortaya çıkmaz. Hep bir planın parçasıdırlar.
Birinci dünya savaşının görünürdeki nedenini anımsayın.
Çok kaygılıyım, çok...
Dünya savaşı değil ama ülkede iç savaşa hazır olun. Bunu söyleyenlere gereksiz komplocular dediğimi anımsıyorum.
Değilmiş. Ya da öyle görünüyor.
Böyle düşüncelerle boğuşurken aklıma Göktürk Yazıtları geldi.
Bütün yazıtların tam metinlerini defalarca okuduğum için, bunu birden anımsamam doğal.
 "Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Gök Türkü düzene sokarak öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş tabiî, Cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefat etmiş."

İnsan kendi ülkesi için kaygılanıp acı çektiğinde kendi tarihine bakacak elbette.
Bir halk benzer hataları kaç kez yapar?
Tarihten ders almayı bilmediğimiz için mi tekerrür edip duruyor?
Ve hala başkanlık diretmesi...
Neyin bedelini ödemekteyiz?
Bir başkanlık kaç can eder?
Kan ne zaman duracak?
Dinle afyonlanan bir akıl hastasını hangi ucube akıl polis yaptı?
Hiç kimse dönüp aynaya bakmayacak mı?
Tünelin sonunda ışığı görecek miyiz?
Ya çocuklar... Çocuklarımız... Onlar nası bir ülkede yaşayacaklar?

Çocuklarımızın payına başka hangi acılar yazılı?

7 Aralık 2016 Çarşamba

SİYASETTE SAMİMİYET NEREDE BAŞLAR, NEREDE BİTER

Bu ulusalcıların büyük bölümünün, özellikle Sözcü gazetesinde yazan ulusalcıların, sağı solu belli olmuyor.
Birilerinin kuyruğunda sürüklenip durmaktalar.

Ergenekon duruşmaları sırasında, muhaliflerce yapılan açıklamaları, verilen sözleri anımsayın:
“Basın özgürlüğüne kilit vuruldu. Fikir özgürlüğüne kilit vuruldu. (1)  Bir gün gelecek, devran değişecek ama biz, sizin bize yaptıklarınızı yapmayacağız, sizin haklarınızı, düşünce özgürlüğünüzü, basın özgürlüğünü, düşünceyi açıklama özgürlüğünüzü sizin adınıza savunacağız, sizin için de demokrasi mücadelesi vereceğiz. Bu bir kurmacadır, kanıtlar kurmaca, duruşmalar kurmaca, suçlamalar kurmaca. Biz, ileride, siz yargılanırken sizin için, sizin haklarınız için savaşacağız. Keser dönecek, sap dönecek, gün gelip hesap dönecek; ama biz size oh olsun demeyeceğiz.”
Bunlar doğru sözlerdi.
Demokrasi adına söylenmesi gereken sözlerdi.
İntikam yerine, gerçekten demokrasiye inananların söylemesi gerekli sözlerdi.
Güzel olan buydu. Toplum barışı böyle kurulur, kurgulanabilirdi.

Bu içerikte çok yazı arşivlerde duruyor.
Baransu için, Altan kardeşler ve diğer cemaat ve iktidar yandaşı yazarlar -çizerler için söylenen sözler unutulmadı. (1)
Bu kişiler, kendi gazetelerinde yargısız infazlarda bulunurken, hedef gösterirken, kumpasın basın ayağında görevlerini yerine getirirken, hem en şiddetli sözlerle eleştirildiler hem de günün birinde, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü bağlamında korunacakları, bizim onlar kadar alçalmayacağımız, onlara savunma hakkı vereceğimiz vesaire söylendi durdu.

Tekrar ediyorum, o yazılar arşivlerde… Açın bakın.

Sözcü Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi, Ulusal Kanal, Halk TV, Oda TV, bütün muhalif yazar – çizerler,  CHP, o zamanki İşçi Partisi… Kısaca bütün muhalefet bu görüşteydi. Herkes, ama ayrımsız herkes.

Gün geldi, devran döndü, egemenler birbirine düştü.
O kumpasları kuranlar, o kumpasların içinde yer alanlar, bütün o süreci yönetenler birbirine girdi.
Çıkar çatışması…
Adı, nedeni ne olursa olsun…

Şimdi o sözleri anımsayıp sözünü tutan, tükürdüğünü yalamayan bir CHP, bir Kılıçdaroğlu kaldı ortada.
Herkes tuhaf bir kindarlıkla, cemaatçi yazarlar (Onlarla birlikte ilgisiz bir yığın muhalif gazeteci, yazar yargılandığı halde) yargılanıyor diye “Basın özgürlüğü, insan hakları, düşünce özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü, masumiyet karinesi, demokrasi, hukukun üstünlüğü vb. konularda söylediklerini unuttular.
Aslında unutmadılar da unutur gibi yaptılar.
Tutarsızlık arşa çıktı. (1 ve 2 birlikte)
Döndüler CHP içindeki muhalefetin çığırtkanlığına soyundular.
Dikkat edin, çığırtkanlar, Ergenekon davalarının hiçbir yerinde yoklardı. Tutuklanmadılar, gözaltına alınmadılar.
Ahmet Şık…
Uğradığı mağduriyeti de, o günlerdeki ve bugünkü sağlam duruşunu da unutulabilir miyiz?
Daha bugün çıktığı Medya Mahallesi’nde, dün nasıl karşı çıktıysa, bugün de, aynı şekilde basın üzerindeki, gazeteciler üzerindeki baskıya karşı çıkıyor. Ayırımsız… Kendisini yargısız infaz edenlerin özgürlüğünü bile…
Üstelik hakkında Cemaatin kriptosu olduğu iddiasıyla yeni bir soruşturma açıldığı halde. Cemaatin bütün kirli çamaşırlarını ortaya döktüğü için yaşadıkları ortada oysa.
Neymiş, muhteremler, o gazetecilerin adının meydanlarda anılmasına çok kızmışlar?
İyi de orada anılanlar sadece isimler değil ki…
Gazeteciler… Görevlerini nasıl yaptıklarını tartışmıyoruz. Gazetecilere ve gazetelere zincir vurulur mu? Bunu tartışıyoruz.
Nazlı Ilıcak’ı da, Altan kardeşleri de Bavulcu Baransu’yu da hiç mi hiç sevmem. Gebermeleri için çok da dua ettim geçmişte.
Ama şimdi, tutarlı davrandı, insana yakışanı yaptı, kindar olmadı, basın özgürlüğünün, demokrasinin yanında olduğunu kanıtladı, dün söylediklerinin arkasında durdu diye Kılıçdaroğlu’na hiç kızamam.
Bana göre başına geleceği bile bile yiğitçe davrandı.
“Cemaate nefretiniz sadece Ergenekon, Balyoz kumpasıyla mı ilgiliydi?” diye sorarım.
AKP,  darbe girişimini kendi lehine bir fırsata dönüştürdüğünde sustular.
Örneğin  kafası kesilen erin hesabını hiç biri, korkudan soramadı, CHP sordu.
Darbenin bir anda RTE’nin elini güçlendirmesi, yaşanan tuhaflıklar, cemaatin siyasi uzantılarının neden yakalanmadığına ilişkin sorular vb. pek şaşırtmadı da Kılıçdaroğlu’nun basın özgürlüğü bağlamındaki tavrına pek şaşırdılar, pek kızdılar.
Hala KHK hakkında aklı başında, tutarlı bir yazı yazanı ben görmedim. Bazı sözcü yazarları, iki Kılıçdaoğlu’na, bir iktidara vuran yazılar yazıyor, haklarını yemeyelim.
Örneğin Muharrem İnce hapşırsa haber yapan sözcü, Kılıçdaroğlu ve çalışmaları hakkında neden ilgisiz?
Örneğin Halk TV, neden, tam da şu sıra, CHP içindeki muhaliflere gaz veren, ateşi körükleyen bazı yazarları yeniden kadroya dâhil etti? Gizli sahibi Baykal olduğu için mi?
Örneğin, Baykal, CHP Genel Başkanını suçlamak için neden Ahmet Hakan’ı seçti?
Üstelik konuşma talebi Baykal’dan gelmiş, sorulmasını istediği soruları A. Hakan’a kendisi vermiş. Bu nasıl iştir. A. Hakan şimdilerde saray ne diyorsa onu yapıyor, biliyorsunuz.

Amaç “CHP ve yöneticileri Türkiye yansa umursamıyor.” mesajı mı vermek?
Amaç, CHP seçmenine; “CHP’ye, yöneticilerine hiç güvenme, onları birbirini yemekten seninle uğraşmaya vakti yok.” demek mi?

Ben kendi adıma, o yazar ne demiş, bu yazar ne yazmış diyerek onun bunun peşinde koşanlardan değilim.
Çok şükür kendi aklım var, okuyorum, değerlendiriyorum, düşünüyorum.
Bu yüzden kimi zaman aykırı olabiliyorum.
Aykırılığımı seviyorum. Beni özgür kılıyor, ayakta ve hep tetikte olmamı sağlıyor.
Sıradanlıktan, ezberden, başkalarının fikirlerinin peşine takılmaktan kurtarıyor beni.

Dip Not:
(1)
Yılmaz Özdil 12 Mart 2014
“Kimlerin evinin basılacağını, henüz evler basılmadan önce TRT’den yayınladılar. Tayyip Erdoğan, bunlar daha işin başı, daha neler gelecek dedi. Nereden biliyordu nelerin geleceğini? Sahte haham’ı TRT’ye çıkardılar, genelkurmay başkanlarına çeteci dedirttiler. Yandaş gazetelerin manşetlerinde idam sehpaları kurdular, haysiyet cellatlığı yaptılar, köşe yazılarında tutuklanacakların listelerini yayınladılar, Nazi Almanyası’ndaki gibi, adeta kapıları işaretlediler. En iyi hangi gazeteciler küfür ediyorsa, o gazetecileri makam uçağına aldılar. PKK itirafçılarına itibarlı adam muamelesi yaptılar”
(2)
“Bundan tam iki ay önce, 12 Nisan 2013 Cuma günü, Ulusal Kanal’da Ümit Zileli’nin sunduğu “Sesli Gazete” adlı programın canlı yayındaki konuklarından biri, Kanada’dan görüntülü olarak katılan Tuncay Güney idi. Programın diğer konukları Dr. Serhan Bolluk ve Avukat Vural Ergül idi. Dr. Serhan Bolluk, Avukat Vural Ergül ve Ümit Zileli, Kanada’dan katılan Tuncay Güney’e Ergenekon Davası ile ilgili birçok soru sordular. Sorulan tüm sorulara kendi açısından cevap veren Tuncay Güney de Dr. Serhan Bolluk’a şu soruyu sordu: “Serhan Bey, CIA’nın ‘Ümmet Çöksün’ adlı bir projesi vardır. Siz, Aydınlık olarak CIA’nın bu projesinde görev aldınız mı?” Sanırım benim gibi binlerce izleyici o anda, Dr. Serhan Bolluk’un bu soruyu şiddetle reddetmesini, Tuncay Güney’i böyle bir soru sormuş olduğu için azarlamasını bekliyordu. Ama ne oldu biliyor musunuz? Dr. Serhan Bolluk bu soruya cevap vermedi, araya başka laf karıştırıp geçiştirmeye çalıştı! Tuncay Güney, yumuşak bir yaklaşımla, sorusunu yineledi: “CIA ile ilişkiniz nedir Serhan Bey?” Dr. Serhan Bolluk yine bu can alıcı soruyu cevapsız bıraktı! Canlı yayın programı bitinceye kadar, Tuncay Güney aynı soruyu iki kez daha sordu: “Serhan Bey, siz CIA ile birlikte bir projede çalıştınız mı? Evet ya da hayır deyiniz, CIA ile ilişkiniz nedir Serhan Bey?” Uzun süre Aydınlık gazetesinin başyazarlığını yapan, İşçi Parti’sinin seçkin üyesi Dr. Serhan Bolluk, bu sorulara cevap vermedi/veremedi! Şimdi ben merak ediyorum. İki ay önce yayınlanan bu programda Tuncay Güney’in cevap alamadığı sorular İşçi Partilileri, Ulusal Kanal izleyicilerini ve Aydınlık gazetesi okurlarını hiç rahatsız etmedi mi? ABD’nin gizli istihbarat servisi CIA ile birlikte proje üretmekle suçlanan ve bu suçlama karşısında kendisini savunamayanlar, halkımıza ABD karşıtı olduklarını, Ulusalcı cephenin önderliğini yaptıklarını söylerlerse inandırıcı olabilirler mi?” Yılmaz Dikbaş 12 Haziran 2013

NOT: Yazı acele yazıldı ve gözden geçirilmedi. Gördüğünüz yazım ve noktalama yanışlarını hoş görün.


1 Aralık 2016 Perşembe

ÜRÜN ETİKETİ-ANAYASA

Bugün, her zaman alışveriş yaptığımız marketin bünyesindeki De facto mağazasından bir bluz aldım.
Etikette taksitli fiatı, peşin fiatı ayrı olduğu halde kasada taksit yapamayacaklarını söylediler.
Eşim, etiketin üzerindeki bilginin taahhüt olduğunu, taksit yoksa etiketi değiştirmeleri gerektiğini söyledi.
Kasiyer kız "Anayasa değişti amca." demez mi?
Eşim, malum emekli öğretmendir, "Anayasa mı yasa mı", sırf bu yüzden yasa mı çıkardınız, anayasayı mı değiştirdiniz? diye gürlemeye başlamıştı ki kasadaki çocukların bocalamalarını görünce fırçadan vazgeçti.
Ellerini iki yana çaresizce açarak bana döndü ve ve "Duydun mu?" dedi.
Yaş ortalamaları 20 var yok. İki kız...
Marketin taksitli satış yapmaması yüzünden mağazada da taksitli satışların iptal edildiğini söylemeye çalışıyorlar akıllarınca.
Etiketi değiştirmeyi unutmuşlar...
Anayasanın ne demek olduğunu bilmiyorlar.
...
Eve gelinceye dek bunu konuştuk. Eşimin şaşkınlığı hala geçmiş değil.
Şimdi MHP destekli anayasa değişikliğine gidiliyor ya...
Referandumda bu gençler de oy kullanacak.
Anayasanın ne olduğunu bilmeyen kızımız anayasayı değiştirecek.
Bununla kalsa iyi; başkanlık sistemini değiştirerek Cumhuriyetin canına ot tıkayacaklar...
Valla, bunlar yapacak.
Eşimi takıldım:
"Şükret hadi, bu çocuklara kanun hükmünde kararnameyi de anlatmak zorunda kalabilirdin."
Zavallı çocuklara bir acıdım ki.. Veballeri aslında bizim boynumuzda...

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...