5 Ocak 2022 Çarşamba

AŞK İÇİN GÜZELLEME

 

Anneannem ve babaannem hala dayı çocuklarıymış.
Babaannem, anneannemin güzeller güzeli bir kızı olduğunu bilirmiş ama o zamanın koşulları yüzünden pek görüşemedikleri için çocukları birbirlerini hiç tanımazlarmış.
Bor nire Bahçeli nire...
Babam köy enstitülü... Sağlıkçı ama...
Pek çok kişi Köy Enstitülerinin yalnızca öğretmen yetiştirdiğini sanır da öyle değildir; köylerin öğretmene olduğu kadar sağlıkçıya ve ziraatçiye de gereksinimi olduğu düşünüldüğünden enstitülerin ziraat teknisyeni ve sağlık memuru yetiştiren bölümleri de vardır.
Babacığım orta kısmı İvriz'de, lise kısmını da Kızılçullu Köy Enstitüsü'nün Sağlık Kolu'nda okur.
Onlar, doğrudan köylerde çalışmak üzere atanırlar. O zamanların tek ulaşım aracı olan at sırtında o köy senin bu köy benim dolaşırlar.
Köylü onlara "sıhhiyeci" adını vermiştir.
Fakir Baykurt'un Yılanların Öcü adlı romanından uyarlanan filmi izleyeniniz var mı?
Hani köye bembeyaz at sırtında gelen sıhhiyeciye göz süzen köy güzelleri var ya; İşte babam o sıhhiyedir benim hayalimde...
Anlatacağım...
Babam" köy gezici sağlık memuru" olarak çalışmaya başlar.
Babaannem bir süre sonra babamı evlendirme telaşına düşer. Kızlar bakılır, eş dost, akraba araştırılır.
Babaannemin aklına halasının kızının güzel kızı gelir.
Annem henüz 15 yaşında ama çok güzel bir kız... Öyle ki güzelliği etrafta konuşulur olmuş. Ne ki annem oralı değil, işi gücü oyun ve arkadaşları... Erkek çocuğu özgürlüğünde yetiştirilmiş hayta bir ergen. Dedem de anneannem de ilk iki erkek çocukları küçük küçük göçüp gidince annemi pek bir nazlı yetiştirmişler; yasaklar, elalem falan vız gelip tırıs gitmiş anneme.
Hala, bıyık altından yaramaz çocuklar gibi gülerek koca koca oğlanları nasıl dövdüğünü anlatır bizlere.
İşte o günlerde özgürlük, oyunlar, arkadaşlar, façasını indirdiği oğlanların çaresizliği, iki önemli kararla son bulmuş.
Bir; ilkokul sonrası "Gelinlik kız oldu artık." diye ortaokula göndermeyen dedemin dayatması,
İki; anneannemin, dünür gelen babaanneme, "Akrabamdır, kızımı üzmezler." diye hemen "He." demesi...
Annemin tadını çıkara çıkara yaşadığı o uzatılmış çocukluk bir anda son bulmuş.
İki karara da çok direnmiş, çok ağlamış, paralamış kendini ama dedem de anneannem de Nuh demişler, peygamber dememişler...
Annem, o ilk günü şöyle anlatmıştı bizlere:
“Annem zorla odaya soktu beni. Baktım üç kadın, babaannen ve halaların. Biri genç, diğeri yaşlı kara, kısa boylu iki adam… Hoş geldiniz dedim ve kaçtım, onlar gidinceye dek samanlığa saklandım.”
Annem kâh hüzünlü kâh eğlenceli ve komik ama her zaman çocuksu yaşanmışlıkları, sonraları bizlere eğlenerek, gülerek anlatmıştır.
Babam köylere bir gitti mi günler, haftalar boyu dönemez. Yolu bile olmayan köylerde at sırtında gezer durur. Nişanlısını sık sık görmeye gelemez. Aslında görür görmez âşık olmuştur anama. Ama koşullar böyle.
Bu açığı babaannem ve halam her hafta, eşek sırtında annemi görmeye gelerek kapatmaya çalışırlar. Kimi zaman bir cingil yoğurt, bir elbiselik kumaş, bir kutu lokum falan... Boş gelmek olmaz, ayıptır, görgüsüzlüktür.
Annem hala gönülsüz, konuklarına surat sallar durur.
Bir gün babam çıkagelir. Bahçeli’ye, eve gitmemiş, köyden ayağının tozuyla doğrudan annemi görmeye gelmiştir.
Annem, kapı önünde yaşıtı kızlarla sohbet etmekte. Derenin öte yanından yokuş aşağı atını tırısa kaldırmış babamı görür ama önce tanımaz. Kocaman kır atın üstünde, başında kasketi, külot pantolonuyla, boğum boğum körüklü deri çizmesiyle ancak köprüyü geçip yaklaşınca tanır.
Bir anda heyecanlanır, kendi deyişiyle nefes alamaz olur.
Babam son derece çevik bir hareketle atından atlar, atın yularını tutarak içeri girer, arkada annem… Uslu ve utangaç bir çocuk gibi izler babamı.
Tamamdır, annem babamı gerçekten görmüştür.
Annem, “İşte o an sevdim babanızı. Ben bu adamla bir ömür geçiririm, dedim. O kara kuru adamın yerini bir roman kahramanı aldı.” diye anlatır.
İşte annemin üç beş cümleyle anlatıverdiği bu anı bende, kocaman bir romana, büyülü bir masala böyle dönüştü.
Annem okumayı çok severmiş; Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt, Reşat Nuri Güntekin en sevdiği yazarlarmış. Bütün eserlerini “içer gibi” okumuş.
Şimdi düşünüyorum da bir yılı aşkın nişanlı kaldığı adama böyle aniden vurulması bu yazarlardan beslediği romantizminden başka neden kaynaklanabilir ki? Beyaz atlı prensi gecikmiş de olsa gelmiş.
Aşk işte, her canlı bir gün aşkı tadacak…
Mehmet ve İnayet Feriha Yaşar’ın aşklarına binlerce selam, binlerce saygı…
“Uyanıp kış uykularından
Şubat’la Mart arasında
Eylül’le Ekim arasında
Yaz sularından kıyıya çıkan
İki adım arası bir zaman
Gözgöze geldikse geçerken
Günlük güneşlik bir kaldırımdan
Aşktı uçup giden üstümüzden
Aşktı değip geçen yanımızdan
Aşktı görmedik bilmedikse
Kimbilir hangi Eylül bir daha
Hangi uzak Haziran”

NecatiCumalı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...