30 Mart 2024 Cumartesi
















 

Nazım Hikmet'e Sevdalanmak

 Nazım Hikmet sevdam malum. Beynimin ve yüreğimin sol yarısı silme Nazım; diğer yarısı şiirimizin diğer ustaları...

Nazım hakkında yazılan şiirler de beni çok etkiler.
Bedri Rahmi gibi, Cahit Sıtkı gibi, Gülten Akın gibi (daha çok var) şiirimizin büyük ustalarının Nazım hakkında yazdıkları şiirleri okurken çok duygulanıyorum, burnumun direği sızlıyor, ağlamaklı oluyorum.
Bizim şiirimizin yüreğime dert bir yanı var:
Şiirimizin sevilesi, saygı duyulası, eli öpülesi yiğitleri sürgünlerle, işkencelerle, hapis damlarıyla, ölümlerle sınandılar.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın Nazım için yazdığı şiiri paylaşıyorum sizlerle.
Bundan sonra da diğerlerini... Her gün birini, bir kaçını...
Şiir vereniniz çok olsun.
***
BİR ŞEY
I.
Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
Lâzım insana lâzım onsuz yaşanılmıyor
Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi
Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor
Bir şey ki gözünüzde memleket kadar aziz
Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz
Adını çocuklarımıza bellettiğimiz
Bir şey ki hasretine dayanılmıyor
II.
Bir şey daha var yürek acısı
Utandırır insanı düşündürür
Öylesine başka bir kalp ağrısı
Alır beni ta Bursa'ya götürür
Yeşil Bursa'da konuk bir garip kuş
Otur denmiş oracıkta oturmuş
Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş
Ne güzel şey dünyada hür olmak hür
Benerci, Jokond, Varan Üç, Bedrettin
Hey kahpe felek ne oyunlar ettin
En yavuz evlâdı bu memleketin
Nâzım ağabey hapislerde çürür
Cahit Sıtkı TARANCI

23 Mart 2024 Cumartesi

23.03.2024, Yaşar, Kitaplar ve Komşular

 Geçen yıl depremden hemen sonra, ön tarafta karşımızdaki apartmanın 3. katına bir aile taşındı.

Benim dikkatimi çekmedi, Yaşar "Feride koş, önce kitaplarını yerleştiriyorlar, bak." diye seslenince haberim oldu.
Gerçekten de önce kütüphanelerini kurmuşlar, tek tek kitap yerleştiriyorlar.
Zordur kitap taşımak, önce dikkatle kolilenir, sonra açılır ve tek tek yerlerine tasnif edilerek yerleştirilir. Koliler ağır olur. Hamallar mırın kırın etmesin diyerek hamallara yağ çekilir.
Bizde yerleştirme işini Yaşar yapar. "Sen bize yemek yapıyorsun, daha önemli, işine bak." der, canıma minnet, kaçarım.
Oysa bilirim, kendi düzenini kurmak ister. Ben yazar ve türlere göre olsun isterim. Onun başat kabul ettiği kitaplar, edebiyatın piri kabul ettiği yazarlar, şairler vardır.
Örneğin Nazım Külliyatı özel yerine konur. Yaşar Kemal de öyle. Tolstoy, Gorki, Aziz Nesin... Nazım şiir kitaplarının arasında dursun isterim, olmaz.
İkimiz de çaktırmadan sevgiyle ilgiyle izledik. Tanımadan sevdik deprem mağduru kitapsever komşularımızı.
Demin balkona çıkmam gerekti. Hemen dikkatimi çekti, daire boşalmış. İçim cız etti. Ne toplandıklarını gördüm ne taşındıklarını...
Kırk yıllık ahbaplarımız gitmiş gibi.
Yaşar'ın da gitmesini beklemişler gibi...

17 Mart 2024 Pazar

Çanakkale Geçilmez

 Anadolu'yu gözüne kestiren bütün yayılmacı işgalci güçler, çağlar boyunca, doğudan batıdan, kuzey ve güneyden saldırmışlar, Anadolu'yu, bu eşsiz coğrafyayı kanla sulamışlardır.

İskender'den Ramses'e, Timur'a Anadolu pek çok yayılmacı hükümdarın iştahını kabartmıştır.
Bunlardan iki büyük efsane savaşın sahnesi Çanakkale olmuştur. Anadolu'nun kapısı kabul edilen Çanakkale...
Biri antik çağların, efsanelerin büyük savaşı Troya Savaşı, diğeri modern zamanların efsane savaşı Çanakkale Savaşı...
Benzerlikleri şaşırtıcıdır. Benzemeyen yanları sonuçlarıdır.
Troya Savaşı'nda saldırganlar birleşik Yunan şehir krallıkları idi.
Çanakkale Savaşı'nda saldırganlar birleşik emperyalist ordulardı.
İkisinin amacı da ortaktı; Anadolu'nun, bütün zenginliklerinin yanında, stratejik coğrafi konumu yani doğu-batı arasında köprü olması...
Anadolu'yu ele geçiren güç, Asya'nın ve Avrupa'nın efendisidir.
Troyalılar 10 yıllık kanlı bir savaştan sonra yenildiler.
Çanakkale'de ise 19 Şubat 1915'te denizden başlayan saldırı 9 Ocak 1916'da karadan kazanılan zaferle sona erdi.
Sonuç emperyalizmin asla hazmedemediği bir yenilgiyle "Çanakkale Geçilmez." adındaki destanın yazılması oldu.
Emperyal güçler bu kez yenilmişler ve zaferi 15 yaşındaki küçücük çocuklar, Seyit Onbaşılar, Yahya Çavuşlar, 57. Alaylar, anneannemi bir yaşında bir bebekken bırakıp giden ve dönmeyen büyük dedemler, dedelerimiz, Mustafa Kemal'ler, kadim Anadolu halkı kazanmıştır.
Çanakkale Zaferi'nin yıl dönümü kutlu,
yenilgiyi asla kabul etmeyenlere, teslim olmayanlara bin selam olsun.

10 Mart 2024 Pazar

Sevgiliye Mektup 2







 

                                                                                     25.02.2024

                                                                                      Gece yarısı

Sevgiliye,

Sen gidince…

Çok şey eksik kaldı sen gidince. Eksikler içimi acıtıyor. Yazmak istiyorum, yazacağım… Elim kalkmıyor, dilim tutuk…Kafamı toplayamadım ki… Beynim boşalmış gibi. Bağışla beni.

***

Bu gece Nesibe ve kızı Ayşe Betül geldiler bana, beni hiç yalnız bırakmıyorlar.

Ercan-Gülden, kat komşularımız, dostlarımız… Serkan telefon ediyor sık sık, onlar döndüler Gemerek’e. Kardeşlerim de gittiler. Bugün yalnızdım. Korkarım sensizlik yalnızlık demek sevdiceğim.

Ayşe Betül çok güzel, bir o kadar da hüzün verici armağanlar hazırlamış bana.

Birkaç yıl önce, henüz sen rahat yürüyebiliyorken gezintilere çıkardık da bir kafede soluklanır, alışveriş yapacaksak yapar ve evimize dönerdik ya… Karşılıklı fotoğraflarımız çeker ve birbirimizin telefonlarına gönderirdik… Ne güzel ne mutlu günlerdi.

Ayşe Betül, Facebook’tan ta kaç zaman öncesine gidip o fotoğrafları ve yazılarımı bulmuş. Düzenlemiş, çerçeveletip getirmiş. Yaşar, görsen bayılırsın. Öyle güzel, öyle hoş… Güzel kızımız, onca acımın içinden yüreğimi serinleten serin bir rüzgâr gibi geçti. Öyle zarif, öyle sevgi ve merhamet dolu…

Nesibe’yi ağırlayacaktık, sen gittin. Getirdiği iki kişilik kahve takımını görmedin. Seni düşünerek almış.

Sen zaten onun kahve yapıp getirmesini severdin. Annesi önden, kızı arkasından tepside dört kahve, çikolata… Ben fincanların şıklığını, sunumunu, sen de kahvesini severdin. Kahveyi severdin de ben sana sık sık kahve yapmazdım. Kendim sevmediğim için aklıma gelmezdi. Seni yorgun görünce ya da canının sıkkın olduğunu fark edince “Kahve yapıyorum sana.” Derdim, gözlerinin içi gülerdi.

Seni mutlu etmek, sevindirmek ne kolaydı.

***

Eskiden bu tür yazıları bir çırpıda yazardım. Bitirmeden bırakmazdım ya sevdiceğim; “Gene kaptırmışsın kendini, neler yazıyorsun?” derdin, “Bizi, bugünü...” derdim. “Neyimiz var ki yazılacak?” der, takılırdın. Ben bulurdum işte.

Bu yazı öyle olmadı, günde üç beş cümle… İçim daralıyor.

(Bulaşık makinesi doldurma ve boşaltmayı iş edindin; şimdi tam da senin kızdığın şekilde dört tabakla dolduruyorum makineyi. Kızma emi?)

Tuğba ve Ertuğrul geldiler Ereğli’den. Duymamışlar, sonradan öğrenmişler.

Dostların, dostlarımız çok üzgün Yaşar’ım. 

***

Öylesine bir gün…

(Beni bağışla artık uzun süreli yazamıyorum. Sık sık ara veriyorum.)

“Nasılsın, bugün nasılsın?” diyorlar.

Bu sorular nasıl da canımı sıkıyor, bilemezsin Yaşar. Sanki acının ölçülebilir, ayarlanabilir nicel bir yanı varmış da her gün bir miktarı azalacakmış, azalmak zorundaymış gibi.

Her an aklımdayken, her şey seni anımsatırken azalır mı bu acı?

Hep aklımdasın ama tuzlukta tuz azalmış bugün, yüreğim yandı kavruldu. Oturdum ağladım. Daha yedek tuzumuzu nereye koyduğunu bilmiyorum. Evde her şey senin düzeninle… Dokunamadım.

Yarın daha iyi olmak nasıl mümkün olabilir?

Artık bu koca evde bir başıma olduğumu unutuyorum sık sık. “Çay demleyelim mi?”, “Makine çalışacak, önce beyazları mı yıkasam?”, “Hoşaf vereyim mi sana?” “Bu gece bir aksiyon filmi daha izleyelim mi? Kötülerin iyilerden bir güzel dayak yediği türden bir film bulayım mı?”… Sormak istiyorum ama acı içinde yeniden fark ediyorum ki yoksun.

Her gün yine, yine yaşanacak mı bu acı?   

***

                                                       10.03.2024

                                                 Akşam yaklaşırken

Dış kapımız sarkmıştı, zor açılır kapanır olmuştu, anımsıyor musun? “Kendimi iyi hissettiğimde bakarım.” diyordun ya hani… Sonrasında kendini hiç iyi hissetmedin, ben belirtileri okuyamadım kuzum.

Dün gece kapattım sandım, açık kalmış. Sabah Büşra görmüş, zili çalmış, duymamışım. Telefonla haber verdi. Kendisi çekip iyice kapatmış.

Korkudan değil ama sensizlikten ağladım kuzum. Çok ağladım.

Eşi Yıldıray akşam gelip kapıya bakacak. Hazır gelmişken camlı balkonun kilidini de gösteririm. Sen gidince her şey elimde kalmaya başladı be Yaşar.

(Yıldıray kapıyı düzeltti elinden geldiğince. Sanırım depremde kapı esnemiş, öyle anlaşılıyor. İsimlik de düşmüş, görmemişim. Onu da taktı. Sağ olsunlar… Gözleri benim üzerimde.)

***

Seni toprağa verdiğimiz gün tanımadığım bir komşu gelmiş taziyeye. Annemler söyledi. Ertesi gün gene geldi.

Sonra bir başka komşusunu da almış, birlikte geldiler. Yalnızdım. Herkes yerine yurduna dönmüştü. Sevindim doğrusu.

Ancak şiddetli bir gribe yakalanmıştım, başımı kaldıracak halim yoktu. Maskemi taktım, onlardan da bunu rica ettim.

Ve hayatım, senin çok kızdığın, nefret ettiğin bir durum yaşanmaya başladı.

Kadın söze, birlikte geldiği arkadaşına benim hakkımda duyduklarını anlatmakla başladı. Kaç gelinim varmış, kaç kardeşim varmış, cenazeye kimler gelmiş.  Dehşet içindeyim. Söylediklerinin gerçekle alakası yok. Anlaşılan önceki gelişlerinde evdekilerden topladıklarını yarı anlar yarı anlamaz harmanlamış, kendi gerçeğini yazmış, kadına onu anlatıyor. İnanılmaz. Deve üstünde kuduz daladı gibi bir durum ortaya çıktı. Başım çatlıyor, öksürük, hapşuruk birbirine karışıyor, ateşlendim, yanıyorum.

“Yanılıyorsunuz, bunlar doğru değil, nereden duydunuz?” diyorum.

“Daha önce geldiğimde anlattılar.” diyor. “Bu olanaksız, siz geldiğinizde kendi ailem ve birkaç dostum vardı. Onlar böyle yanlış ve yalan şeyler söylemiş olamazlar. Ailem cenazede bunları konuşmaz. Belli ki yanlış anlamışsınız.” diyorum.  Bu kez tuhaf sorular başlıyor. Tümüyle özelimize ait sorular. Kadını ilk kez görüyorum. Bana böyle sorular sorma cesaretini nereden buluyor? Bunları öğrenince ne yapacak?

Diğer konuğum mahcup, bakıyor. Sanırım benim bunaldığımı sezdi.

“Hastayım, siz de taziyeye geldiniz sanırım. Sorularınız kafamı yordu. Hem bunları öğrenip ne yapacaksınız, ne işinize yarayacak?” dedim, sustum. Kadın soruyor, yanıt vermiyorum, diğer kadının hastalığıyla ilgileniyorum. Engelli. Yanlış ameliyat sonunda tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş. O kadına acıdım, üzüldüm.

Hiç olmayacak şey yaşandı Yaşar. Hani sen “Böylelerini dikenli sopayla kovalayacaksın.” derdin ya, işte öyle.

Merak etme, bir daha görüşecek değilim o komşuyla…

Sen gidince gözüme her şey olduğundan daha sıra dışı görünüyor. Dayanağım kalmadı.

Ağlamadan tek satır yazamıyorum.

Yapayalnızım, darmadağınım kuzum. Onca insan o denli uzakta ki… Seni çok özlüyorum.

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...