İki kitabı aynı anda okudum. Biri
oldukça hacimli, biri küçük bir kitap. Hacimli olan önce bitti.
Tasarlamadığım bir biçimde, tümüyle
rastlantısal olarak birbiriyle örtüşen iki kitabı bir arada okudum. Bunu,
kitapları okurken değil de bitirdikten sonra fark etmem doğrusu tuhaf oldu.
Ahmet Ümit’i hiç okumadım. Polisiye
tarzın ülkemizde başarılı örnekleri olmadığını, Ahmet Ümit’i beğenerek
okuyanların da edebiyattan anlamadıklarını düşünüyordum. Önyargı işte… Hem de
bana yakışmayacak bir önyargı…
Tuba’nın ısrarları olmasa okuyacağım
yoktu daha. İlk olarak İstanbul Hatırası’nı aldım elime. Daha başlarda iyi bir
edebiyatçıyla karşı karşıya olduğumu fark ettim.
Sağlam, hiç aksamayan bir kurgu. Akıcı,
canlı ve hareketli bir anlatım. Ayrıntılar heyecanı yer yer bastırsa da
sürükleyici.
Dan Brown’u ilk okuduğumda kapıldığım
duyguya kapıldım. Karşımda bir tarihçi, bir bilim adamı vardı sanki. Bütün
kitap boyunca katilin kim olduğundan daha çok, İstanbul’un tarihiyle ilgili
anlatılanları merak ettim, öğrendiklerim heyecanlandırdı beni.
Bu kitap bir polisiye değil, “bir
İstanbul güzellemesi” idi.
İkinci kitap “Gezi olayları” sırasında
çıktı karşıma. Hemen sipariş verdim ama hemen okumadım doğrusu. Hastanede sıra
beklerken okumak için, İstanbul Hatırası’nı kalınlığı yüzünden çantama
sığdıramayınca “Bağzı Şeylere Öyküler”i aldım yanıma.
Küçük öyküler… Hepsi farklı yazarlar
tarafından yazılmış. 28 yazardan Gezi Parkı Öyküleri. İnsanı hüzünlendiren,
insanı keyiflendiren öyküler. Bir yandan çaresizliğimizi yüzümüze vururken, bir
yandan çareyi gösteren öyküler. Topu İstanbul’a adanmış. İstanbul’a,
İstanbul’un simgelediği ne varsa ona, doğaya, özgürlüğe, birey olabilmeye,
direnebilmeye, Gezi Parkı direnişçilerine adanmış öyküler.
Gezi Parkını yok etmeye çalışanlarla
İstanbul Hatırası’ndaki İstanbul talancılarının birebir örtüşmesi ilginç oldu.
İstanbul Hatırası’nın hüzünlü sonu, “Bağzı
Şeylere Öyküler” ile yer değiştirdi kafamda.
Yok, bu işler
böyle gitmeyecek. Başka bir dünya mümkün. Başka bir dünya… ellerimizde, yüreğimizde,
aklımızda… Başka bir dünya…
FERİDE
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Her
şeyden önce zengin kadrosu ile İstanbul Hatırası, çeşitli kesimlerden
İstanbulluyu bir araya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin bir
yapı sunuyor. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan gerilimin etkisini
artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.
Kitabın
bir başka önemli özelliği de İstanbul hakkında son derece detaylı bilgi
içermesi. Kurgunun içine yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı
hale getiriyor hem de tarih aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de
kurguya yerleşmesine imkân tanıyor. Böylece Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası
adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz
İstanbul'unun geniş bir panoramasını oluşturuyor. Tutucusundan modernine, eski
İstanbullusundan yeni göç etmişine, milliyetçisinden gayrı Müslim'ine varana
dek İstanbullu diye adlandırılabilecek herkes bu kitabın içinde kendi
öyküleriyle birlikte İstanbul'un devasa çarklarının dişlilerini dile getiriyor.
Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul başrolü oluştururken romana girip çıkan her
karakter de İstanbul'un nasıl İstanbul olduğunu aktarıyor. ALINTI
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Soluğunu,
sivri dilini ve cesaretini sokaktan, kahramanlarını bazen edebiyat tarihinden,
bazen de Gezi Parkı’ndan alan öyküler bunlar. Bağzı Şeylere Öyküler, yirmi
sekiz yazarı bir araya getiriyor.
Sokrates çok ünlü savunmasında kendini bir atsineğine
benzetir. “Yavaş olan ve dürtülmesi gereken bir atı andıran devleti yerinden
oynatmak için tanrının tebelleş ettiği benim gibi bir atsineğini kolay kolay
bulamazsınız. Ben, devletin başına tebelleş edilmiş bir atsineğiyim; her gün
her yerde dürtüyor, uyarıyor, azarlıyorum, ardınızı bırakmıyorum.” ALINTI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder