20 Nisan 2017 Perşembe

UMUT HEP VAR


        UMUT ÇEŞİTLEMELERİ

Sözcüklerin büyülü güçleri vardır.

Hangi dilde olursa olsun sözcüklerin başaramayacağı şey yoktur.

Sözcükler öldürür, diriltir, sevinçlere boğar insanı; korkudan öldürür, mutluluktan uçurur yürekleri…

Kılıktan kılığa girer, anlamdan anlama havalanır…

Bir dönem “hırsız, yağmacı, eşkıya” anlamında kullanılırken bir de bakmışsınız “yiğit, korkusuz” anlamına geçmiş.

Benden tavsiye; çocuklarınıza “yavuz” adını korken iyi düşünün, çünkü sözcüklerin ilk anlamlarına geri dönme gibi huyları da vardır.

Kendi anlamlarına sığmaz da başka anlamları da üstleniverir.

Bir dilden bir başka dile de atlar; oralarda gelişir, büyür, değişir.

Toplum nezle olsa sözcükler hapşurur… Toplumun attığı her adım sözcükleri etkiler, biçimlendirir.

Sözcükler canlıdır.

Sözcükler kabına sığmaz anlayacağınız.

Beynimizi ne denli işlek hale getirmişsek, sözcükler de o denli hareketli ve kıvraktır.

Düşüncelerimizi ne denli özgür bırakmışsak sözcükler de o denli özgürleşir.

Düşünceye gem vurulamaz; sözcüklere de…

Hani hep derler ya, “Bir dilde günlük kullanımda bulunan sözcük sayısı o toplumun gelişmişlik düzeyini gösterir.”

Doğrudur.

Dilimiz ne ise düşüncemiz de odur.

****

“Umut” sözcüğü, Türkçe “um-” eylem kökünden türemiştir.

Um-(i)t / umut

Büyük ve küçük ünlü uyumu dayatması nedeniyle değişen bir ektir, -(i)t eki.

Tarih içinde, biz, dilimize Farsça sözcükler pompalarken bizden de kimi sözcükler Farsça’ya geçmiş.

Umut sözcüğü de bunlardan biri…

Gittiği yerde, o dilin ses kurallarına uyarak “ümmîd”e dönüşmüş.

Ama sözcüğün yolculuğu bitmemiş; bu kez biz Farsça hayranlığımızı dizginleyemediğimiz için, bu sözcüğü Farsça sanıp almışız. Bu kez “ümmîd” biçiminde…

Dil bu, dayatmaya gelmez. Kendi kurallarına göre yaşar. “Ümmîd” sözcüğünü kendi ses kurallarımıza uygun olarak “ümit” yapmışız.

“Umut” olarak yola çıkan sözcük “ümit” olarak geri dönmüş kısaca.

Bu sözcüğün çetin yolculuğuna yakışan bir de anlamı vardır.

Kaprisli bir sözcüktür. Yerleşmek için her beyni, her yüreği beğenmez.

Korkak, tırsık, dönek, kararsız, üşengeç, tembel insanların semtlerine uğramaz.

Yerleşmeye yiğit, gayretli yürekler, beyinler arar.

O yüzden sevgili dostlar, bizim hep umudumuz vardır.

 

Umudunuz hiç eksik olmasın.

 

***

“Büyük insanlığın toprağında gölge yok

                                        sokağında fener

                                        penceresinde cam

ama umudu var büyük insanlığın

                                        umutsuz yaşanmıyor.” Nazım Hikmet

***

“Öyle yıkma kendini,

Öyle mahzun, öyle garip…

Nerede olursan ol,

İçerde, dışarda, derste, sırada,

Yürü üstüne üstüne,

Tükür yüzüne celladın,

Fırsatçının, fesatçının, hayının…

Dayan kitap ile

Dayan iş ile.

Tırnak ile, diş ile,

Umut ile, sevda ile, düş ile

Dayan rüsva etme beni.”   Ahmet Arif

***

“Yarın farklıdır bugünden,

Adı değişir hiç olmazsa.

Kara bir suyu

Geçiyoruz şimdilerde

Basarak yosunlu taşlara.

 

Sen bugünden yarına

Birazcık umut sakla.”   Metin Altıok

***

“Hadi uyan

Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın

İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine

Yoksul olsan da uyan

Garip olsan da uyan

Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için

Madem ki iyisin, iyiliği yaşatmak için

Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için.”   Metin Eloğlu

***

“Sokağa bir diyalog gibi çıkıyorum

Umrunda değilim gecenin. Gece

Yarınki gecedir ve tanrıdır

Tanrının umrunda değilim..

Kimileyin seviyorum. Sevmek kuşların

Bir an boş bıraktıkları ağaçtır

Ve yalnızlığın kırmızı yapraklara

Çalan büyüsünü duyuyorum: Ey cesaret

Hep dolu tut bardağımı. Sevgi ve umut

Birdir, yalnızlık ve cesaret bir.”   Melih Cevdet Anday

***

“Umut binbir ayaklı,

Umut güneşte saklı.

Umut edenler haklı,

Umut insanın hakkı...”  NAZIM HİKMET

3 Nisan 2017 Pazartesi

AYRIŞMA VE BENCİLLEŞME

        AYRIŞMA VE BENCİLLEŞME
R.T.E. ve avanesinin  politikalarının bu ülkenin insanlarını ayrıştırdığı doğru.
Ötekileştirip yalnızlaştırdığı da…
Ve bencilleştiğimiz de doğru.
Dikkat ettim de, kaç zamandır, sürekli bir “bencillik” bombardımanı altındayız.
“Tırnağın varsa başını kaşı.”, “Babana bile güvenme.”, Dostluk dediğin laftan ibarettir.”, “İnsanoğlu çiğ süt emmiştir.” anlamlarında, türlü türlü özlü söz kılığına sokulmuş bir yığın paylaşım yağıyor.

Güven, acıma, şefkat, merhamet, empati duygularını yitirdik.
v  En yakınımızdaki insanları anlamaya çalışmıyoruz. (Başkalarını anlamaya ne gerek var, biz her şeyi biliriz. O insanlar biz nasıl değerlendirdiysek odur.)
v  En yakınımızdaki insanlara bile acımıyoruz. (Acırsak acınası duruma düşeriz. Kendimizi, evimizin içini, çoluğumuzu çocuğumuzu korumanın tek yolu bir tekme de bizim atmamızdır.)
v  Başkalarının derdi, sıkıntısı, acıları bizi aslında hiç ilgilendirmiyor. (Dünyanın öteki ucunda ağlayan bir çocuk için ölümü göze almak aptalca bir romantizmdi, geldi geçti şükür.)
v  İnsana şefkat duymuyoruz. (Sokak hayvanları fotoğrafı paylaşıyoruz ya, daha ne olsun. Kendi kızlarımıza, oğullarımıza gösterdiğimiz şefkat yeter. Anneye gösterilen şefkat bile gereksiz. Ha, benden bir beklentileri yoksa elbette şefkatimi esirgemem.)
v  İnsanlara, en yakınımızdakilere bile merhamet etmiyoruz. (Kediler için kapıya su koydum geçenlerde. Kapıya gelen dilencileri de çevirmem.)
v  Empati duygumuzu ve yeteneğimizi yitirdik. (Ne gereği var canım. Ben kendim olmaya üşeniyorum, başkası gibi hissedemem doğrusu.)
v  Üstelik bunu suret-i haktan görünüp yaparız.

Kısaca insanı insan yapan ne varsa yadırgı oldu bize.

·         Ezdiğimiz, hakkını yediğimiz, haksızlık ettiğimiz insanları korumaya çalışır gibi yaparız. Anlamaya çabalamaz, sadece yargılarız.
·         Etrafımızda olup bitene bütün antenlerimizi açarız da yüreğimizi açmayız.
·         Hele kendi çıkarlarımızı tehlikede görürsek canavarlaşırız, saldırganlaşırız da toplumun çıkarları, başkalarının çıkarlarını (En yakınımızdakilerin bile) korumak söz konusu olduğunda akvaryumdaki Japon balığından farkımız kalmaz.
·         Başkalarının işine, aşına, hayatına, seçimlerine burnumuzu sokmaktan tuhaf bir zevk alırız da iş kendi özgürlüklerimizi savunmaya geldi mi mangalda kül kalmaz.
·         En kötüsü de kendimize çok yalan söyler olduk. Üstelik kendimizi buna inandırıyoruz.
·         Sevginin tanımını unuttuk, sevginin içini boşalttık, sevgiyi çarpıttık.
Günümüz Türkiye’sinde durum bu.


DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...