15 Temmuz 2020 Çarşamba

SIKINTI


Akşam saatleri...
Bizlerin içeri tıkılma zamanı geliyor. Can sıkıntısı... Hoş, dışarıda olsak bir kır kahvesinde, akşam çayı mı içeceğiz? Tiyatrolar, sinemalar bizi mi bekliyor? Denize karşı bir kadehcik rakı yudumlamaya hasretiz.

Üç günde iki kitap; eyvallah...
Akşama izlemeyi planladığım filmler var.

“Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum”u anımsayan var mı?
Gençler nereden bilsin o kitabı. Sahaflarda bile bulunmaz.
Çok karanlık günlerden geçiyoruz. Kavgamı, bilincimi, yüreğimi bileğilemem gerek, dedim, bilmem kaçıncı kez okudum. 12 Eylül faşizminden kurtarmayı başardığım kitaplardan biriydi. Hazine...

(Gene nerelere gittin Feride? Sen yemekten önce azıcık kestirmek için yattığında seni uyutmayan apartman haylazlarını yazacaktın ya, kızmıştın ya! Çocukların oyun alanı mı kaldı Feride, elbette arka bahçede oynayacaklar.)

Dışarıdan çocuk gürültüleri geliyor. Evet, bayağı bildiğiniz gürültü.
(Çocuk sesleri bunlar Feride… Çok neşeliler bak. Unutma, çocuk sesleri ve kuş sesleri kesildiğinde kıyamet kopacak.
Top oynuyor veletler... Kalabalık olmalılar, seslere baksana... Aralarında bir kız var. Sürüye o hükmediyor sanki. "Atsana, vursana, topu bana ver, hadi, çekil..." Öf nasıl bağırıyor öyle!
(Ama çok neşeliler... Kabul et, kızamıyorsun. Hoşuna bile gitti.)

Uykum çoktan kaçtı. Adamın birisi Kılıçdaroğlu’na Fetö’nün siyasi ayağı sensin, diye bağırıyordu bugün. Aklıma o geldi. Elimle kulaklarımı kapattım. Duymak istemediğim çocukların sesi miydi, belleğime saldıran o ses mi?
Oğlanlar sadece gülüyor ama kız mızmızlanmaya başladı. Düpedüz kapris yapıyor. Bir ara “Ben sana yardım ettim, sen de yardım edeceksin.” dedi oğlanlardan birine. Bak bak, daha bu yaşta bencillik, karşılıksız yardım etmiyor bücür.

(Aman be Feride… Seslerine bakılırsa 11 -12 yaş civarında olmalılar. Kızma sabilere, çocuk, çocuk bunlar. Hem bencillik onların suçu değil ki, öğreniyorlar işte. Bak, kahkahaları kuş cıvıltısı gibi.)

Hava azıcık da olsa serinlemiş gibi… Güneş iyice çekildi ötelere… Şöyle bir doğruldum, kemiklerim çıtırdadı. Dizim tutulmuş. Kemikler isyan etmese yaşım gelmeyecek aklıma. Pencereleri kapatayım bari. Perdeyi araladım, ne göreyim; onca gürültüyü sadece üç çocuk çıkarmıyor mu?
Hay Allah, yerlerde yuvarlanıyorlar, dertleri top değil, sadece oynamak istiyorlar, birbirleriyle öyle mutlular ki…
Oğlanlar kardeş. Kız misafir, daha önce görmedim.
Durdum tek ayak üstünde, dizim kötü ama yaslandım pencereye, seyrettim, seyrettim.
Ne sıkıntı kaldı, ne keder ne de öfke…
(Oh olsun sana Feride. Dört duvar arasında sadece tavana bakıp yattığın yerde kendine eziyet ettiğin için. Dünyaya bak, çocuklara bak.)





3 Temmuz 2020 Cuma

Nazım'a Mektup

"...…………..
Merhaba, çocuklar.
Bir geniş
bir büyük «Merhaba» demek,
sonra bitirmeden sözümü
yüzünüze bakıp gülerek
— kurnaz ve bahtiyar —
kırpmak gözümü...
Biz ne mükemmel dostlarız ki
kelimesiz ve yazısız
anlaşırız...
Merhaba, çocuklar,
merhaba cümleten... "
Bu dizeleri yazdın ama bugün yaşasaydın ne hissederdin? Kendinde " Güzel günler göreceğiz, güneşli günler" demeye derman bulur muydun?
Sevgili Nazım yaşasaydın acıların katmerlenirdi, bu kez vatan özleminden değil, bu ülkenin çocuğu olmaktan duyduğun utançtan ölürdün.
"Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler"
Bu dizeleri yazabilir miydin?
Böyle umut dolu, nehirler kadar coşkulu ve bereketli sözcükleri yazacak gücün olur muydu?
Ölümsüz ağaçlara inanır mıydın?
"............................
Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan ne kuşpalazından
düşerek te değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında,
ne bir santim kemik, ne bir damla kan,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
................................................."
Sevgili Nazım bu ülkede çocuklar artık savaştan ölmüyor. İnsanımsı yaratıklar tarafından soysuzca, sapıkça, alçakça tecavüz edilerek öldürülüyor.
Sevgili Nazım, bu sapıkları bizzat devlet koruyor, kolluyor. İşi adalet dağıtmak olan yargıçlar tarafından koruma altına alınıyorlar.
Sevgili Nazım sapıklık kurumsallaştı, biliyor musun?
Seni beni koruması gereken devlet, sapıklığı koruyor.
İşi çocukları korumak olan bakan "Bir kereden bir şey olmaz." dedi.
Çocukların evlilik yaşını beş-altı yaşa çeken soysuz tarikatlar, devletin içine yuvalandılar.
Sevgili Nazım, (sen henüz göç etmemiştin sanırım), ben daha 6-7 yaşlarında bir çocukken Ayla adında bir çocuk kaybolmuştu. Gazetelerde yazdığına göre aynı yaşlardaydık.
İstanbullu eğitimli bir ailenin çocuğu idi. Mühendis babası Türkiye'yi ayağa kaldırmıştı. Bütün evlerde Ayla'nın yası tutuldu.
Çocuktum, çok etkilenmiştim. Gazeteleri her gün takip ederdim, umutla Ayla çıkıp gelecek diye beklerdim.
Çocuktum ama babası tarafından okuma yazma öğrenir öğrenmez eline gazete tutuşturulan bir çocuk.
Uzun çok uzun yıllar Ayla'nın gelmesinden umudumu kesmedim. Buna inandım.
Sen anımsıyor musun? Yaban ellerde böyle olayları duyar mıydın, bilmem.
Duysaydın Ayla'yı da alırdın satırlarına belki, kim bilir....
Nazım o günden sonra, özellikle bu son 16 yıl içinde, kaç çocuk, kaç lekesiz melek analarının elinden koparıldı, kara toprağa girdi, bilsen.
Artık çocuk tecavüzlerine yüreğim dayanmıyor be ustam.
Yaşasaydın sen de bin kez ölürdün acıdan, utançtan.
Dünyanın taaa öteki ucunda atom bombasının öldürdüğü çocuklara cayır cayır yanan yürek, doğduğu toprağın acısına dayanabilir miydi?
Bu acıyı senin o büyülü sözcüklerin bile anlatamazdı, eminim.
Bu ülkede kadın - erkek herkesin yüreği kor ateşe döndü. Hele kadınların...
Umut bitti sevgili Nazım, umudumuz bitti.

ŞİİR DEFTERİM

Bu şiir, Nazım'ın ilk okuduğum şiirlerinden biridir. Benim yüzümü sola dönmemi sağlayan şiirlerden biri...
Ortaokulda ve lisede, biz, Nazım'ı hiç kitaplardan okumadık.
Babamın okuyalım diye eve taşıdığı kitapların arasında da yoktu.
Kitabı yasaktı, satılamazdı.
Ama nasıl olurdu bilmem, şiir ve anı defterlerine çoğunlukla Nazım yazılırdı gizli gizli. Urfa Lisesi'nde Oya, Melahat ve Remzi arkadaşlarım, Niğde Lisesi'nde Günay Yeğin arkadaşım benim defterimi bu şiirlerle doldurmuşlardı.
Hala saklarım.
Atilla İlhan'ı, Ümit Yaşar Oğuzcan'ı, Orhan Veli'yi, Bekir Sıtkı Erdoğan'ı o defterimde sevdim ben.
Şiirleri defterlerinde saklayan herkese...
KOZMOSUN KARDEŞLİĞİ ADINA
Kozmosda bizden başka düşünen var mı
var
bize benzer mi
bilmiyorum
belki bizden güzeldir
bizona benzer mesela ama çayırdan nazik
belki de akarsuyun şavkına benzer
belki çirkindir bizden
karıncaya benzer mesala ama tıraktörden iri
belki de kapı gıcırtısına benzer
belki ne güzeldir bizden ne de çirkin
belki tıpatıp bize benzer
ve yıldızlardan birinde
hangisinde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz
hangi dilde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
'Tovariş' diyecek
söze bu sözle başlayacak biliyorum
Tovariş diyecek
ne üs kurmağa geldim yıldızına
ne petrol, ne yemiş imtiyazı istemeğe
Koka-kola satacak da değilim
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerle mutlu dinlenmeler adına
"Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber"
diyebilmek adına
evlerin,
yurtların,
dünyaların
ve kozmosun kardeşliği adına...
Nazım Hikmet RAN

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...