22 Ekim 2023
Birkaç
hafta önce, alt kattan bir bebek sesi duydum. Aman bir heyecanlandım, sormayın...
Bizim
bina depreme dayanıyor da sese dayanamıyor. Kaç kat aşağıdan sesler bile
geliyor. Bebek yaygaracı değil. Bir ıngaaa, ardından yumuşak bir kadın sesi
yavaşça “eeee bebeğim, eeee”… Çok sürmüyor, birkaç dakika belki… Bebek ve
annesinin sesi kesiliyor.
İçim
ıpılık oluyor. Bir can daha gelmiş, “iki kapılı han”a konmuş.
(İki
kapılı hanın iki kapısını da haydutların tuttuğunu, hanın içinde eşkıyanın,
zalimlerin, hırsız ve zorbaların kol gezdiğini bilmez bebeler.)
Sık
sık pencereleri açarım ben. Kimi zaman karşılıklı… Eğer dikkat etmezsem kapılar
gümbür gümbür çarpar. Kendim bile irkilirim o sesten. Artık daha dikkatliyim.
Evvelki
gün kapı çarptı yine, yüreğim ağzıma geldi. Bebek irkilir, korkarsa!... Şimdi
tek yönlü açıyorum pencereleri…
Yaşar’a
“Küçük bir armağan alsam, kapılarını çalsam, kendimi tanıtıp bebek yoklamaya
geldim desem tuhaf olur mu?” dedim. Olmazmış ama bebeği göremeyebilirmişim.
Kimi insanlar nazardan korkarmış.
Kafama
koydum, o kapıyı çalacağım, o anneyle tanışıp o bebeği seveceğim.
Sonunda,
dün bir küçük armağanla yeni çoğalttığım menekşelerimden bir saksı seçip
komşumun kapısına dayandım.
Kapıyı
genç bir kadın açtı. Bana bir tuhaf bakıyor, çekinir ya da korkar gibi.
“Buyurun,
ne istediniz?” dedi. Başladım, önceden tasarladığım şeyleri söylemeye:
“Bağışlayın
kızım, tanışmıyoruz ama bebeğinizin sesini ve sizin ninnilerinizi duyuyorum.
Ben üst katta oturuyorum. Size hayırlı olsun demek istedim, bebeği yoklamak
istedim. Çocukları, hele yeni doğanları çok severim. Her yeni doğan çocuk beni
mutlu eder. Tanımam şart değil.”
Genç
kadın önce şaşkın, sonra bütün yüzüne yayılan bir gülümsemeyle “Anladım sizi
ama biz de çocuk yok. Ben öğrenciyim, bir arkadaşımla burada oturuyorum.”
diyor.
Ekliyor;
“Aslında biz de çocuk seslerinden çok şikayetçiyiz. Ya altta ya üstte bir aile
çocuklarına dur demiyorlar. Gece gündüz o çocukların gürültüsü bizi bezdirdi.”
Aksanı
dikkatimi çekiyor. Rusya, Ukrayna, Çeçenistan, Gürcistan gibi bir yerlerden
olduğunu düşünüyorum. “Yabancı mısınız?” diyorum. Onaylıyor. Gürcistan’dan
gelmiş. Arkadaşı da Gürcüymüş.
İçeri
kahveye davet etti, girmedim ama menekşeyi eline tutuşturdum. Bu sizin
kısmetiniz, bebek yoklayacaktım ama madem tanıştık, tanışma armağanı sayın,
dedim. Önce tereddüt etti, sonra sevinerek aldı.
Ayaküstü sohbeti sürdürüyoruz.
Birden
kafama dank ediyor. Ben bu katta inerken asansöre binen adam asansörün
düğmesine benden önce basmış. Asansör kata gelince ben bakmadan inmişim, hangi
katta olduğumu bilmiyorum. Asansörün azizliği…
Genç
kadına “Kaçıncı kattayız?” diyorum. İki, diyor. Gülüyorum. Yanlış katta inip
yanlış kapıyı çaldım, kusura bakma kızım, diyorum. Gülüşüyoruz.
Daire
numaramı verdim, herhangi bir sıkıntıda bize gelmesini tembihledim. İki yaşlı
emekli öğretmeniz, gençlerle sohbet etmek hoşumuz gider, dedim. Kahve için
sözleştik, veda edip döndüm.
Ama
o bebek illa görülecek.
Eve
geri çıktım. Bir saksı menekşe daha aldım elime. (Menekşelerim çok kalabalık
bir koloni oluşturmuşlardı. Bir saksıdan sekiz saksı menekşe oldu, inanılmaz.
Yani armağan edilecek menekşe çok.)
Bu
kez gözüm asansörün panelinde, indim aşağıya. Kapıyı çaldım, ufak tefek
gencecik bir kadın açtı. Öyle genç görünüyor ki… Aynı sözler… İçeri aldı beni.
Bebek uyuyormuş. 10 dakika kadar sohbet ettik. Ninniyi kendisi söylemiyormuş.
Telefondan dinletiyormuş.
Düş
kırıklığı… Ben bebeğine ninni söyleyen anneyi sevmiştim doğrusu.
Bebeklere
anne sesinin sıcaklığı, anne nefesi, anne kokusu gerek.
Evde bunu eşime anlatırken aklıma Nihat Behram’ın o şahane dizeleri geldi.
“Bebek
seni kelebek
Seni
sevinçlerin irisi
Seni
merak hareket
Gonca
veren bereket
Umutların
büyüsü
Muştuların
sayısı
Seni
azıdişleri
Kuzuların
düşleri
Seni
kırlar seni nar
Ceren
ceylan şarkılar
Seni
özlemlerin iyisi
Çiçek
çiçek kaysılar
Filiz
filiz uyutsun
Çağıl çağıl büyütsün.”
Yaşar,
ben geri gelip hiçbir şey söylemeden bir saksı menekşe daha kapıp çıkınca
meraklanmış.
Anlattım
yanlış kapı çaldığımı, çok güldük. “İnsanlık hali.” diyor.
***
Epeydir
dışarı çıkmıyoruz. Bugün Yaşar berbere gitmeye niyetlendi, ben de market
işlerimizi halletmeye…
Alışveriş
arabamızla yola koyuldum. Liste yapmamıştım, doğaçlama yapacağım. Artık
doğaçlama dediğimiz şey ne görürsek almak değil; ucuz, kaliteli, gereksinim
duyulan ne varsa almak… Bunun için birkaç market gezmek gerek.
İkinci
uğrak yerim Kardelen Market… Girişteki bölümle ikinci bölüm arasında üç-dört
basamaklı bir yükseklik var. Bir de rampa…
Manav
ve temizlik malzemesi reyonlarında işim bitti. O üç basamağa temizlik ürünleri
yığmışlar. Market arabasını rampadan çıkaramadım, görevli kızdan yardım
istedim. Genç bir müşteri atıldı, arabayı çekti, çıkardı. Ben kaldım, baston
arabada. Delikanlıya “Beni de çekiverin lütfen.” dedim.
Hemen
teyzem, diyerek elimden tuttu çekti. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim.
Az
önce yardım istediğim kız çocuğunu bir kadın azarlıyor, elinde baston yaşlı bir
kadın. Merdivenlere malzemeleri dolduranın o olduğunu sanıyor olmalı. Çıkamamış.
“Zorlandınız
mı?” diyorum, “Çıkamadım.” diyor.
“Güzel
bacım benim! Yardım istemekten çekinmeyin. Etrafta yardımsever o kadar çok
insan var ki.” diyorum.
“Ben
elin namahremine elimi vermem.” diyor, çok sert, acımasız, kınıyor. Beni
izlemiş, yardım istediğimi görmüş. Bana çok kızmış.
Bu
kez alttan almayacağım, gerekirse kavgaya da niyetliyim.
“Yaşına
bak, seksenden fazlasın. Bu yaştan sonra namahrem senin neyine. O çocuk torunun
yaşında. Ayıp, ayıp, senin niyetin bozuk. Dünyaya da öyle kötü bakıyorsun.”
dedim, yürüdüm.
İşim
bitti, bir kasa çalışıyor, o da kalabalık. Arkamdan bir ses “Teyze, bu kasa da
açıldı, beklemeyin, buraya gelin.” diyor. Yardım istediğim genç adam. Kendi sırasını
verdi bana. Market arabasından aldıklarımı kendi arabama yerleştiriyorum. İşim
bitti, görevliye teşekkür edeyim diye döndüm. Aynı kadın, beni göstererek kasiyere
şikâyet ediyor. Dinden imandan söz ediyor. “Niyetin bozuk” demem zoruna gitmiş.
Zaten öfkem tepemden fışkırıyor, döndüm; kasiyere durumu özetleyip amacım
sadece yardımcı olmakken kadının bana hakaret ettiğini söyledim. Üstelik kuruş
alışveriş yapmadığı halde mağazada dolanıp sağa sola çattığını, bu tiplerin tehlikeli
olduğunu falan, Tanrı dilime ne verdiyse. Kadına “Senin gibiler etraflarında
insan olduğunu unutuyor. Kadın erkek sadece insanlar var etrafta. Yardım
isteyenler, yardım edenler… Yani insanlığın gereğini yapanlar. Bir de senin
gibi karanlık yaratıklar var, insanlığımıza göz dikenler, bizi insanlıktan
çıkarmak isteyenler. Hadi git yoluna.” dedim ve bir kez daha döndüm, yürüdüm.
Cahildir, uğraşmaya değmez dediklerimiz ruhumuzu kemiriyor.
Dizlerim,
yorgun, hasta dizlerim titriyor, çok öfkeliyim, çok. Bir adım daha atmaya, alışveriş
arabasını çekmeye dermanım yok.
İki
adım attım, durdum, derin derin soluk alıp verdim. Aklıma bir sürü şey üşüştü.
Ben zayıf biri değilim, böyle ciğeri beş para etmez yaratıklar yüzünden düşecek
değilim.
Dirildim.
Üçüncü
markete dipdiri girdim ve çıktım.
Böyle
durumlarda, yani haklıysam ve haksızlığa, saldırıya uğramışsam bende böyle bir
değişim oluyor.
Nereden
baksan bir buçuk km’lik yokuş yukarı arabayı çekip çıkaramayacağımı düşünüp
taksi çağırmayı planlamıştım. Vazgeçtim, yürüyeceğim. O yokuş vız gelir, bu
araba vız gelir.
Yürüyeceğim,
bu dizler kopsa da yürüyeceğim.
Yürümek
zamanı dostlarım. İsyanla, kararlılıkla, sabırla, umutsuzluğa düşmeden
karanlığın üstüne yürümek zamanı.
***
Büyük
Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan laik, bağımsız Türkiye
Cumhuriyeti’nin 100. yaşı kutlu olsun.