Canım kardeşim Gürsel gelmişti.
Beni pazara götürmesini istedim.
Hem Yaşar hem annem hasta olunca iş başa düştü.
Aşağıdan telefon etti, geldiğini bildirdi. Aceleyle indim.
Hava kapalı, yağdı yağacak... Acelem ondan. Zaten gece boyu
yağdı. Güzün ilk yağışı. Bağı bahçesi olan ne der, ne düşünür bilmem ama benim
hoşuma gitti. Yeryüzü yundu yıkandı, arındı.
Keşke bütün kötülükler öyle bir sağnak yağışta akıp gitse,
keşke...
Baktım sol tarafta kaldırıma bir 07 plakalı bir araç
yanaşmış. Ben Gürsel'in arabasını açık gri diye anımsıyorum ama demek ki
aklımda yanlış kalmış, koyu griymiş. Bildiğin füme…
Beni görünce arabadan fırlar, koşar, elimden pazar arabasını
aldığı gibi koluma girer, neredeyse kucakladığı gibi arabaya bindirir.
Ama hayır, hiç hareket yok. Öylece durmuş bana bakıyor.
Uzağı pek göremem ancak öyle dümdüz oturduğunu
görebiliyorum.
Ne oldu ki? Kesin anneme üzgün, beni de bastonla görünce
morali bozuldu.
Arabanın yanına vardım, arka kapıyı açtım, Pazar arabasını
koymak üzereyim; sürücü bana bakıyor. “Buyur abla!”
Hiç tanımadığım biri… Sözcüğün tam anlamıyla şoktayım. Elin
adamının arabasına zorla bineceğim. O benden de şaşkın.
“Amaaannn!” diye bir nida patlattım, sormayın.
“Beyefendi, kusura bakmayın. Ben kardeşimin arabasına
bindiğimi sandım. Ben de 07 plakalı üstelik gri bir araç bekliyordum. Gözüm de
bozuk, seçemedim.” diyorum.
“Olur abla olur, önemli değil.” diyor.
“Gerçi gri olmasına gri ama bu kadar koyu değildi, nasıl da
farkına varmadım. Çok özür dilerim.” diyorum.
“Abla hiç önemli değil, olur böyle şeyler.” diyor.
Böyle şeyler olur mu? Olmaz ama söz konusu bensem, olur.
Döndüm Gürsel’i arıyorum; baktım epey ilerde. Şapkasından
tanıdım. Kural sever kardeş, otobüs durağını işgal etmek istemediği için almış başını
gitmiş. Oysa Niğde’de duraklara park edilebilir. İtiraz edene küfredilir. Ne
bilsin işte.
Dediğim gibi koştu, arabamı kaptı elimden, binmeme yardım
etti. Anlattım olanları. Çok güldük.
Bugün pazartesi… Pazartesi pazarına gidiyoruz. Yollar çok
kalabalık, trafik fazla. Gürsel şaşırdı. “Niğde’de nüfus yoğunluğu var abla.”
diyor.
“Diriğun kuzum.” dedim, anlamadı. “Pazartesi yani, hafta
başı. Anneannemin, dedemin dediği gibi ‘diriğun’ yani ‘diri gün’.” dedim. Sonra
bu diri gün sözündeki güzelliği sevdik. Pazartesi yerine diri gün… Ne güzel.
Canım anneannem, Türkçe’nin güzelliğinin vücut bulmuş haliydi.
Pazarı ne siz sorun ne ben söyleyim… Fiyatlar absürt… Bizim
meşhur güzelim yerli domatesimiz 25’ten aşağı değil.
Mantarı severim. Hele Yaşar, göbeğine kaşar ve tereyağ koyup
da fırında pişirince daha çok severim. Baktım, bir adım solumda bembeyaz
mantarlar bana gel gel ediyor, yanaştım hemen. Etiket yok, fiyatını sormadan
daldım seçmeye. Para ödemeye gelince şafak attı. Kilosu 70 liraymış.
Akşama mantar ziyafeti çektik. Yaşar’a “Bu yılın ilk ve son
mantarı, tadını çıkara çıkara yiyelim.” dedim. “İktidar değişene kadar böyle…”
dedi. Öyleyse durum kötü, mantara hasret ölürüz artık, dedim.
Üç ev için alışveriş yapıyoruz. Gürsel Antalya’ya götürmek
için hem kendine hem anneme alıyor. Alışveriş listelerimiz farklı, ara ara
birbirimizden kopuyoruz. Ben doğaçlama yapıyorum. Ne bulursam alma eğilimdeyim.
Bir daha beni pazara kim çıkaracak?
Kornişonları görünce heveslendim. Söylemesi ayıp, kornişon
turşum çok güzel olur. İki kilo alsam yeter, dedim. Fazlası yorucu olur.
Elimde kornişon torbası, Gürsel’e bakınıyorum, araba onda.
Gördüm ve ona yöneldim ama önümde bir genç adam. 30’lu yaşlarında sanırım. Bana
dikkatle bakıyor. Tanıdığım biri olabilir mi? Yo, çıkaramadım.
Poşeti gösterip “O kaç kilo?” dedi. Fiyatını soruyor olmalı.
Kilosu 15 lira, dedim. “Hayır hayır, ne kadar aldınız?” dedi. Haydaaaa… “Size
ne.” demeye niyetliyim ama bakışları kötü değil, soru ciddi. “İki kilo aldım.”
dedim. “Ben de alacağım da ne kadar alacağımı bilemedim. Elime alabilir miyim?”
diye ikinci bombayı patlattı adam. Şaşkınlıkla eline verdim, şöyle bir tarttı,
teşekkür etti ve gitti. Gürsel “Abla bu da neydi?” diyor. Sahi, bu da neydi öyle?..
Kendi sorumuzu kendimiz yanıtladık. Evden sipariş aldı genç
adam. Büyük olasılıkla karısından. Ama ne kadar alacağı söylenmedi. Sormaktansa
benim ne kadar aldığımı öğrenmek istedi. Böylece karısına herkes bu kadar
alıyor, diyecek.
Kendi sorumuzu yanıtladık ama kendimiz de inanmadık. Durum
hala tuhaf geliyor.
Dönüşte eski öğrencilerimden Ali Şanver Salı’nın kırtasiye
dükkanından Atatürk fotoğraflı bir bayrak aldım. Balkona asacağım. 100. Yıl
nedeniyle ve inadına… 10 Kasım’dan sonra kaldıracağım.
***
Bugün akşama dek evdeydik. Gözler televizyona kilitli.
Merdan Yanardağ’ın tahliyesini bekliyoruz. Umuyoruz desem daha doğru olur.
Duruşma şaibeli başladı. Tahliye var ama ceza da var.
Bunu muhalifleri susturmak için yapıyorlar, gözdağı vermek
istiyorlar.
Bizler ne gözdağları gördük ne baskılar gördük. Bize vız
gelir tırıs gider. İktidarın anlamadığı bu.
***
Yazı gece yazıldığı için iyi geceler diyerek sonlandırıyorum.
Umudunuz hiç eksilmesin. Gönlünüzdeki güzellikler kadar güzel bir dünya
umuduyla…
04.10.2023, NİĞDE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder