24 Ağustos 2012 Cuma

DOKUNMALAR



Bir yarışma programı var, millet bayılıyor: “Ben Bilmem Eşim Bilir”

Kadın ve erkekler birbirlerine riyakârca “Aşkım, aşkım” diye salya sümük tezahürat yaparken bir anda yarışan eş hata yapıyor ya da başarılı olamıyor. Diğer eş az önce “aşkım” diye bağırdığı hayat arkadaşına bu kez “ oohaaa” diye bağırıyor. Üzerlerindeki cila bir anda dökülüyor. Hani meşhur deyişle 70 milyonun önünde eşine “oha” demek çok normalmiş gibi yarışma devam ediyor.

Ne mene bir yarışma olduğunu merak etmiştim, izledim, bitti.

 
Aslında bir başka yazı yazmıştım. Yılmaz Özdil’in bir sözü üzerine zülfiyare iyice bir dokunmuştum. Yılmaz Özdil, konuşurken ağzı ishal olanların iş yazmaya gelince kabız olduklarını söylüyordu. Ben de aklıma gelen birkaç adın nasıl ishal olduğunu anlattım ama ne yalan söylemeli, azıcık tırstım. 60 yaşından sonra, mahkemelerde, gözaltılarda hakaret suçlamasıyla sürünmeyi gözüm yemedi. Aklımdan kimleri geçirdiğim suç sayılmaz değil mi?

 
Yazmak derken Twitter’da dört sözcükle saçmalamaktan söz etmiyor Yılmaz Özdil. Böyle yazmayı Nihat Doğan’lara, Erol Köse’lere, Melih Gökçek’lere bırakmak gerek. Uğur Mumcu gibi yazmak örneğin, ya da Yaşar Kemal gibi yazmak. Yaşar Kemal diyerek uçtum sanırım. Kimse onun gibi olmaz, olamaz. (Bu arada, ne zamandır Bir Ada Hikâyesi’nin dördüncü cildini bekliyordum, eylülde piyasadaymış. Sevindim.)

Geçen yıl bir öğrencim bana bir ileti gönderdi. Şöyle yazıyordu: “nbr hcm” Yanıt vermedim doğal olarak ama üzüldüm, kendimi suçladım. Sonra “Kendine haksızlık etme, etrafına bir bak, suçun tümü sende değil.”diyerek avundum.

Okullarda yazma çalışmaları yapmaya zaman yok. Öğrenciler için varsa yoksa sınavlara hazırlanmak. Talep bu.

Kitap da yok. Az sayıda öğrenci düzenli olarak okuyor. Hemen hiç biri kendini yazarak ifade edemiyor.

Teknolojinin payı da var elbette, ancak bütün kabahat telefon ya da bilgisayarda değil.

Bir de veliler var. Çoğu çocuklarının neden kitap okuması gerektiğini anlamıyor. Bunu bir gereksinim olarak görmüyor.

Sistem zaten bu tür insanlar yaratmayı hedefliyor. Elbirliğiyle sistemin değirmenine su taşıyoruz.

Hadi takla at da görelim dendiğinde seve seve takla atacak insanlar geliyor.

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Sevgili Hocam Mazhar Kükey'i 35 yıl sonra yeniden görmek çok güzeldi. Uzun, çok uzun bir ömür diliyorum değerli hocama. Emekli olduktan sonra düşündüm de öğretmenliği bu denli sevmiş olmamın nedenlerinden biri Mazhar Kükey idi.

CİNNET HALLERİ


Ülkede herkes cinnet geçiriyor.
Sokağa çıkın, bakın. Şöyle insanın içini ısıtan bir bakışla, gülümseyerek etrafına bakan kaç kişi görürsünüz?
Herkes, her an kavga çıkarmaya, birilerine çatmaya hazır.
Bakışlar karanlık, öfkeli, suçlayıcı; insanlar nereden geleceğini bilemedikleri bir tehdit varmış gibi, hep savunmada.
Ben de öyleyim.

Emekli maaşımı ödeyen ama emekli ikramiyemi, “Sistemde görünmüyor.” gerekçesiyle vermeyen bankanın memurlarına çatıyorum. Haklıyım. Emekli sandığı “Paranızı gönderdik, gidin alın” diyor, maaşımı alıyorum ikramiye yok. Bankalar insanları kaz gibi görmekte yani.
Ne yani ben salak mıyım? Salak olmadığımı bankadakilere gerektiği gibi bildiriyorum ama sonuç değişmiyor. Bankadan elim boş ayrılıyorum.
Cinnete kaç adım kaldı?

Salı günü ilçenin pazarı. Normal günlerde bile trafik çok sıkıntılı. Salı günleri işkenceye dönüşür. Pazara gitmek için yola çıktık. Öğretmen evi civarında belediyenin çöp kamyonu tam önümde, yolun ortasında durdu. Çöpçüler indiler, hiç acele etmeden kenardaki çöp konteynırını sürükleyerek getirdiler, kamyona boşaltılar aynı sakin adımlarla. Güpegündüz, saat tam 10.30. Arkamda onlarca araba birikti. Aynı anda korna çalıyorlar. Bildiğim bütün küfürler aklıma geliyor, dilimin ucunda, eşimden utanıyorum.
Cinnete kaç adım kaldı?

Aynı gün. Dönüş yolundayım. Kavşakta ters taraftan tam da yolu ortalayarak bir kadın ve iki çocuk, akan trafiğe aldırmadan, geçiyor. Tam önümdeler. Durdum, elimle geçin diye işaret yaptım. Kadın eğildi, birşeyler söyledi, duymadım. Eşime sordum, “Allah belanı versin, manyak.”demiş.
Cinnete bir kaç adım kaldı.

Hastanede sıramı bekliyorum. Birkaç hanım geldiler, kapının önünde durdular üç-beş saniye. Etrafı şöyle bir süzdüler, sonra daldılar içeriye. Bekleyenler ayaklandı ama yapacak bir şey yok, döndüler ve yerlerine oturdular. Beklemeye devam…

Bir buçuk günlük cinnet halleri.
Gazete ve televizyon haberlerini, olanı biteni, aptal yarışmaları, dizileri saymıyorum bile.




17 Ağustos 2012 Cuma

ŞİİR ÜZERİNE


ŞİİR ÜZERİNE

Şiir sanatların en eskisi, bütün sanatların kaynağıdır. Şiir insandır. İnsanın söze taktığı kanattır. Sözün kanatlanmasıdır bütün çağlarda.

Kutsal kitapların dili şiir dilidir. İnsanoğlunun bütün kutsal metinlerinde şiir vardır. Destanların, efsanelerin, mitlerin, masalların dili şiirdir. Duaların dili şiirdir. Şiir tanrısal bir sanattır.

Şiir, doğadır, topraktır. Toprak gibi doğurgandır. Şiir berekettir insana sunulmuş. Şiir, kıtlıktır insanın acısı… Şiir yakan kavuran yıldırımdır. Şiir, tepeden tırnağa çiçek açmış bir badem ağacıdır. Bir uçurum kenarında tek başına ışıldayan sarı çiçektir.

Şiir, kayaların gölgesine sinerek avını gözleyen bir dağ aslanıdır. Şiir, toprağın özlediği sudur. Bir tavşanın ürkekliğinde, soylu bir atın kıvraklığında, bir çocuğun annesinin kollarında duyduğu güvende şiir vardır.

 Ayrılık, yoksulluk, ölüm şiirdir. Şiir haksızlığa baş kaldıran kavgadır. Savaşta şiir, barışta şiir vardır. Şiir çağlarca direnmektir. Şiir şahlanan bir atın sırtından inip şahlanan bir ata binen sözdür.

 Bizim kültürümüzde şair kutsanmış insandır. Kamlardan, baksılardan, şamanlardan bugüne yaptığımız yolculukta şairlerin halkın baş tacı olduğunu görürüz. Çağlar boyu egemenlerin, diktatörlerin, insana düşman olanların kâbusu, en büyük korkusu şairler olmuştur.

 Nesimi’den Pir Sultan Abdal’a, Namık Kemal’den Nazım Hikmet’e, egemenlere direnen, bu uğurda ölen, öldürülen, damlarda, zindanlarda, sürgünlerde çürütülmeye bırakıldıkları halde ışığını çağlar öncesinden çağlar ötesine yansıtan yiğitlere, o güzel insanlara selam olsun.





 




16 Ağustos 2012 Perşembe

ARTIK EMEKLİYİM

MERHABA,

Artık emekliyim.
Ve gönül rahatlığıyla bilgisayarda bir başka uğraş alanı açabilirim kendime.

Sınavlar yok, soru hazırlama yok, sınav kağıtlarını okumak yok, planlar yok, ders hazırlıkları yok, farklılık yaratmak adına kendini paralamak yok, türlü etkinlikler için program hazırlıkları yok, yok, yok... (Bu arada öğretmenlerin pek bir işe yaramadığını düşünen bakanı hayırla (!) yadedelim.)

Niyetim bu sayfalarda okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden güzel yaptığım yemeklere kadar, yaşamla ilgili ne varsa gönlümde ve beynimde, paylaşmak...

Düşüncelerimi ve dilimi hiç bir zaman dizginleyemediğim için pek zor olmayacak sanırım.

Hadi bana kolay gelsin.....

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...