27 Şubat 2015 Cuma

PERİNÇEK CHP’YE SEÇİMDE İTTİFAK YAPALIM DEMİŞ.


 
Bazı yazılar gördüm. Buna dört elle sarılmışlar. Sanki binde bir oy oranıyla Perinçek bizi zafere götürecek.

Aldığı oy oranları belli. CHP’ye yansıdığında, hadi, olsun da binde 20 olsun. Hadi biraz daha abartayım yüzde bir olsun. 

CHP tek başına iktidar olmaz ama Perinçek pazarlık yaparak alacağı üç-beş kişiyi meclise sokar.

Yapacağı ilk iş de AKP ile artık gizliliğe gerek duymadan yapacağı ittifaklarla CHP’ye çelme takmak olur.

"Bu ne olursa olsun AKP gitsin." meselesi değil. Anlamadınız mı?

CHP üzerinden meclise adım atabilme meselesi.

AKP’nin ekmeğine yağ süren entrikalar çevirirken, CHP’li vekilleri tırtıklamaya çabalarken, CHP içindenmiş gibi davranan insanlarla yoğun bir CHP karalaması yürütürken aklı neredeydi?

30 yıldır binde biri bile geçemeyen Perinçek provokasyon yapma peşinde.

Gücün varsa yüzde üçü-beşi veya fazlasını zorlarsın.

Teklif gelecek, CHP reddedecek, CHP seçmenine oynanacak.

Denecek ki

"Bakın biz birleşelim dedik CHP - Kılıçdaroğlu kabul etmedi. Bunların AKP ile bir derdi yok."

Oysa cümle âlem bilmekte ki Perinçek, daha cezaevinden çıkmadan, RTE ile başta Kılıçdaroğlu'nu devirmek olmak üzere, bazı konularda ittifak yaptı.

Ben söylemiyorum. İçerden yazdığı yazılar orada, aydınlık arşivinde duruyor. Titiz bir çalışmaya bile gerek yok. Satır aralarını okumak yeter.

Gezi olaylarının RTE'yi devirmeye yönelik olduğunu yazdığı yazı mesela. Bu yazıyla tek tük de olsa meydanlara inen genç taraftarları anında meydanları terk ettiler.

Samimi olarak birleşmeyi istemek başka, bu adamın ne yapmaya çalıştığını görmemek başka.

Kılıçdaroğlu'nun memleketi, mezhebi vb. üzerinden yapılan siyaseti görmezden gelmek, yok saymak, bu zihniyetle işbirliği yaparak meclise CHP sırtından adam sokmalarına yardım etmek akla ziyan işler.

Ömrüm bu adamın ayak oyunlarını izlemekle geçti. Kendini solda ifade eden herkes de aynı şeyleri gördü. Ve asla Perinçek’e güvenilmedi.  

Özellikle sosyalistlerin, sosyalist gençlerin Türkiye’de solun tarihini iyi öğrenmeleri gerek.

24 Şubat 2015 Salı

DİLİM GİYDİRİR BANA KİLİM


DİLİM GİYDİRİR BANA KİLİM

1-

24.02.2015 tarihinde Kanal Türk’te akşam haberlerinde, haberleri sunan kişi "aile kabristanlığı" şeklinde bir ifade kullandı.

"Kabir" Arapçadan dilimize girmiştir ve mezar anlamına gelir.

Sonuna aldığı "sitan" ise Farsça bir son- ektir. Sonuna geldiği sözcüklere yer, ülke, yurt vb. anlamları katar.

Türkmenistan: Türkmen ülkesi
Gülistan: gül yurdu, gül bahçesi
Kabristan: mezar yeri, ölünün gömüldüğü yer

Hemen fark edileceği gibi Türkçe bir ek olan "-lik" eki de aynı anlamda ya da benzer sözcükler türetir.) Yani kimi zaman yer anlamında sözcük türetmeye yarar. (Her zaman değil. Bu ekin farklı görevleri de vardır.)
 
Odun-luk
Ayakkabı-lık
Çiçek-lik
Ağaç-lık

Aynı görevde ve anlamda biri farsça biri Türkçe iki eki aynı anda aynı sözcükte kullandığınızda böyle tuhaf bir durum ortaya çıkar. Yani "kabir -lik-lik" gibi bir ucube.

Ya kabristan sözcüğünü kullanmayacaksın ya da bu vahim hatayı yapmayacaksın.

Ayrıca sözcüğün kendisi de tam bir tuhaflık anıtıdır. Arapça bir sözcükten farsça ekle sözcük türetiyorsunuz.

Bu Osmanlıca garabetidir işte. Yoksa ne Arap ne Acem bu sözcüğü kullanmaz.

2-
Osmanlıca dendiğinde aklına Arap alfabesi gelenler bu durumu elbette kavrayamaz.


Osmanlıca, Osmanlı sarayının yazı dili olarak kullandığı yapay ve zorlama Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı dile verilen addır.


Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra Kur'an'ı rahat okuyabilme kaygısıyla Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardır.  O zamana kadar kullanılan en önemli alfabeleri ise Göktürk ve Uygur alfabesiydi.


 Bir ulus, çeşitli etkiler altında değişikliğe uğrasa da bir tek ana dile sahiptir.

Türkler Türkçe, Fransızlar Fransızca konuşur ve yazar. Ancak her iki ulus da tarihleri boyunca birçok alfabe kullanmışlardır.

 Edirne valisinin o çokbilmiş edasıyla ve o tuhaf suratıyla tahtaya yazdığı yazı Arap alfabesiyle,  sütün yararlarını anlatan Türkçe bir cümledir. Bu işi vali Osmanlıca yazı yazdı diyerek anlatmak ise zır cahilliktir.

Yapmak istedikleri, Arap alfabesini yeniden getirmektir.
Anladınız mı Vehbi’nin kerrakesini?


 Eğer işe yarayan bir alfabe olsaydı, harf devrimine kadar, ülkedeki okuma yazma oranı o denli düşük olur muydu? Binde birlik bir orandan söz ediyoruz.

Zordur, Türkçeye uygun değildir. Türkçede 8 ünlü vardır. Arap Alfabesi Arapçaya uygun olduğu için, bizdeki ünlüleri ve bazı ünsüzleri karşılayacak işaretlere (harflere) sahip değildir. Bu yüzden Osmanlı, bu alfabeye sonradan eklemeler yapmış, bazı işaretler katmıştır.

Bu "yeni Osmanlıcı" zırvalamalarının amacı da üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.
Ata yadigârı, mezar taşlarının okunması falan hikâye.
Kendi ifadeleriyle hepsi "lâf ü güzâf".


Amaç Latin kökenli yeni Türk alfabesini yok etmek.
Amaç okuyan, düşünen, düşündüğünü kolayca yazan, konuşan ve soru soran insanlar yetişmesinin önüne geçmek.
Amaç Mustafa Kemal Atatürk karşıtlığı...
Amaç Atatürk düşmanlığı...
Amaç Atatürk’ü zihinlerden uzaklaştırmak.


Not: Kısa açıklamalarla yetindim. Merak eden için işte internet elinin altında...

23 Şubat 2015 Pazartesi

GÜNDEMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


            GÜNDEMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Gene yazasım geldi.

Kafamı duvarlara vurmaktan, dizlerimi dövmektense yazmak iyi geliyor bana.

              ***

Süleyman Şah Türbesini taşıdılar, Uluslararası anlaşmalarda Türk toprağı olarak tescillenen vatan parçasını terk ettiler.

Bu korkunç olayı da büyük bir başarıymış gibi yaratılan bir algı operasyonuyla yutturmaya çalışıyorlar.

“20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa hükûmetleri arasında imzalanan Ankara Antlaşması'nın 9. maddesi ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması'nın 3. maddesi gereğince Caber Kalesi ve türbe müştemilâtı ile beraber Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak kabul edilmiş ve Türkiye'ye burada muhafız bulundurma ve bayrağını çekme hakkı tanınmıştır.”

Tarihlere dikkat edin. Türkiye Cumhuriyetinin ilk yılları…

Savaştan yeni çıkmış bir ülke. Yeniden yapılanmaya çalışıyor. Yokluk ve yoksulluk içinde, dişiyle tırnağıyla koruduğu vatanını yeniden inşa etmeye çabalayan insanlar, Fransızların elinde kalan bir toprak parçası için zaman ve mesai harcayarak inatla Süleyman Şah Türbesi uğruna mücadele vermişler.

Bu sadece bir “ecdâd” mirası meselesi değil, ulusun ve vatanın onuru meselesi. Bu mirastan kolayca vazgeçmek demek, geçmişten, onurumuzdan, vatan bildiğimiz topraklardan kolayca vazgeçebilmek demektir. Bu süreçte verilecek en küçük bir ödün, çorap söküğü gibi başka büyük ödünlerin kapısını açacaktır.

O koşullarda kimselere emanet edilmeyen, kıran kırana görüşmelerde ne Fransa’ya, ne diğer müttefiklere pabuç bırakmayarak korunan vatan toprağı azgın terör örgütlerine bırakıldı.

Bunu bir zafermiş gibi gösterme çabaları bu saatten sonra tutmaz. Kimse artık yemiyor bu yalanları, bu hezeyanları.

Kıbrıs çıkarmasını hatırlayın. Ambargo dâhil ne büyük bedeller ödendi ve ödenmekte. O konuda elde edilen kazanımlardan, daha fazla bedel ödemeyelim diyerek vazgeçenler de bunlardı.

Düşünmediler ki emperyalizmin karnını doyurmak mümkün değildir. Karnını doyuramadığınız bu canavarı yok etmekten başka çare yoktur.

Şimdi anladınız mı Atatürk’ten neden nefret ediyorlar?

Her yaptıklarının önüne gerilen ve karşı çıkan hala Mustafa Kemal ATATÜRK de ondan.

Ne yaparlarsa yapsınlar büyüyen, yücelen onlar değil, ATATÜRK oluyor da ondan.

         ***

         ***

Kardeşlerimizi, akrabalarımızı seçmek elimizde değil.

Kimse kendisi gibi düşünen, hisseden, kendi değer yargılarına ve dünya görüşüne uygun kardeş ve akraba bulamaz. Onlar bizim koşulsuz sevdiklerimizdir. Ne düşünürse düşünsün, neye inanırsa inansın.

Ancak sevmek demek katlanmak, ödün vermek, sırtında bir kambur gibi taşımak değildir.

Kardeşim dünya görüşüme, siyasi tercihime uymayabilir. Bununla yaşamak gerek. Ama kardeşim ya da akrabam, yakınım, çocukluk arkadaşım, okul arkadaşım, her kimse, benim taban tabana zıt olduğum kendi siyasi anlayışı doğrultusunda bir seçim yapmışsa, örneğin milletvekilliği adaylığına soyunmuşsa?

O zaman ben iki şeyden birini yapmak zorundayım:

1-      Kendi siyasi ideolojimden, kendimi ait hissettiğim siyasi partiden uzaklaşmalı, söz konusu yakınım için mücadele etmeliyim. Bu durumda kimse beni yargılayamaz, kınayamaz. Bu bir ihanet değil, bir seçimdir. Çıkarlar uğruna değil, aile bağları, dostluk, arkadaşlık vb. adına yapılan bir tercih. (Bu satırların yazarı bu yolu asla seçmez ama seçenleri de kınamaz.)

2-      Bu durumda, kardeşimden, arkadaşımdan, yakınımdan, onları sevmekten elbette vazgeçmemeliyim. Ama onun, taban tabana zıt olduğum, yıkılsın diye dualar ettiğim, ülkem ve insanlarım için büyük bir tehlike olarak gördüğüm siyasi zihniyet için, partisi için çalışmaktan, çalışıyor gibi görünmekten özenle kaçınmalıyım.

 
Buna durduğu yeri bilmek denir. Bu iki durumda da buna ilkeli olmak denir. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama saygı duyarsınız.

                            ***

Bir de bu anlattıklarımızı çıkar için yapanlar var. İlkesizce, ahlaksızca, kendi çıkarlarını her türlü insani ve ahlaki değerlerin üstüne taşıyarak bir fedai gibi davrananlar.

Maddi beklentilerle bir ömür birlikteymiş gibi göründüğü dostlarını satanlar…

Müsveddeler…

Onları geçiyorum.

Bugün konum onlar değil çünkü.

                      ***

Sırtımızda kambur gibi taşıdıklarımız aslında bizim ayıbımızdır.

Bir siyasetçinin her hangi bir nedenle yanında taşıdığı insanlar, uzun vadede hem kendilerine hem de üzerine yapıştıkları siyasetçiye zarar verirler.

Uygar ülkelerde, siyasetçilerin bağış adı altında para yardımı almaları bu nedenle çok sıkı kurallara bağlanmıştır.

Bizde durum farklıdır. Parayı siyasetçi dağıtır.

Bir siyasetçi düşünün. Kendisiyle seçmeni arasında duran insanlardan medet umuyor.

Bu durumda araya kaynak yapan, anasını bile satmaya gönüllü asalaklar malumunuzdur.

İddia ediyorum, bunların arasında, çıkarlarının muhasebesini yapmayan bir tek kişi yoktur.

Maddi çıkarlar için yancılık yapanları görmedik mi?

         ***

Ben şu yaşıma geldim, hala anlayamadım bunları:

 Siyaseti bir meslek gibi görenler var. Bir kez seçilince hayatını buna yani yeniden ve yine yeniden seçilmeye adayanlar, yenilgiye doymayan pehlivanlar gibi her seçim döneminde aday olanlar var.

Siyaset temiz yapılsa sorun yok ama… Kirli, çok kirli. İnsanın midesi kaldırmıyor.

Türk siyasetinde böyle…  Hangi partiden olursa olsun.

          ***

Daha neler var söylenecek. Boğaz dokuz boğum. Şimdilik bekleyelim...

          ***

Bir seçim daha geliyor.

HADİ BAKALIM, HAYIRLISI…

Bu seçimin ülke için ölüm kalım meselesi olduğunu unutmayalım, olur mu?

Zaaflarımız insanımıza, ülkemize zarar verecek.

 

 

 

 

14 Şubat 2015 Cumartesi

O ESKİ HIRSIZLAR


        O ESKİ HIRSIZLAR

 Elleri uzundu, alanı dardı,
Utanan kızaran yüzleri vardı.
Aslan gibi yatar, sonra çıkardı.
O eski hırsızlar nerede şimdi?

 Hortumları yoktu, işleri zordu,
Dayak da yerlerdi, gözleri mordu.
Herkes birbirine onları sordu,
O eski hırsızlar nerede şimdi?

 Merdiven uzatır, cam keserlerdi,
Mutfaklara girer yer içerlerdi.
Bazen dama çıkar ve düşerlerdi,
O eski hırsızlar nerede şimdi?

Ne dümende dayı, ne de arkası,
Ne VİP salonları, ne de markası.
Ne yalısı vardı, ne de bankası,
O eski hırsızlar nerede şimdi?

Ne katları vardı, ne de yatları,
Ne internetleri, özel hatları.
Ne de Versace kravatları,
O eski hırsızlar nerede şimdi?

Hortumları uzat, banka değiştir,
Kredidir, çektir, fatura fiştir.
Şimdiki hırsızlık çok ince iştir,
O eski hırsızlar nerede şimdi?

Bazen tavuk çalar, pişirirlerdi,
Göbek değil, mide şişirirlerdi.
Polisle de iyi geçinirlerdi,
O eski hırsızlar nerede şimdi?

Adları hırsızdı ve uğursuzdu,
Çaldıkları ne ki, ekmekti, tuzdu.
Yaşları da en çok yirmi, otuzdu,
O eski hırsızlar nerede şimdi?

             (Vahit Kaya, Yitik Düşler, 2004)
 
17 - 25 ARALIKTAN ÖNCE YAZILMIŞ. BİLSEYDİ VE YAŞIYOR OLSAYDI BİR DÖRTLÜK DAHA EKLERDİ GİBİME GELİYOR.

12 Şubat 2015 Perşembe

GAZETECİYE BAKIN


           MUSTAFA MUTLU – İBRETLİK BİR GAZETECİ

Geçenlerde Halk TV’den uzaklaştırılan Makbule Cengiz adlı muhabirle ilgili yazı yazan Aydınlık Gazetesi yazarı Mustafa Mutlu, muhabirin ifadesine dayanarak Halk TV yöneticileri için “liboş” ifadesini kullanmıştı.

Muhabir, son derece belirsiz, tutarsız bir ifadeyle “Kanal yöneticilerinin çirkin işlerini bildiğim için çıkarıldım.” Demiş.

Nedir bu kirli işler? Adı ne? Kanıtı nerede?

Öyle bir iddia ki kimin üstüne atsan yapışır.

Burnunu karıştırıp masanın altına mı silmişler?

Yoksa sık sık yıkanmadıkları için kokuyorlar mı?

Yıllardır gazetecilik yapan Mustafa Mutlu, böyle belirsiz, tutarsız bir iddiaya niye atladı?

Neden Halk TV yöneticilerine liboş dedi?

Aydınlık ve Ulusal Kanal’da çalıştığı için onların borusunu öttürecek ya önüne çıkan fırsatı değerlendirdi diyebilirsiniz. Doğrudur.

Ama…

Benim asıl diyeceğim o değil.

O Mustafa Mutlu, bugün, 12.02.2015 tarihi itibarıyla Halk TV’de Ayşenur Arslan’ın konuğu.

Yöneticilerini toptan liboşlukla suçladığı, asılsız iddialarla karaladığı TV kanalında işi ne?

Halk TV yöneticilerini artık liboş bulmuyor mu? Tükürdüğünü yaladı mı?

Kendisini davet eden o yöneticilerin bu olgunluğu karşısında utandı mı?

Ve asıl önemlisi…

Ayşenur Arslan bu adamı neden davet etti?

Utandırmak için mi?

Nazikçe gerçek gazeteciliğin ne olduğunu göstermek için mi?

Ama ben bu programı izlemek zorunda değildim.

Kapattım ve bu yazıyı yazdım.

Ne dersiniz, bu İşçi Partililer bu kirli siyaseti neden yürütüyorlar?

14 Nisan 2025 Günce

  14 Nisan 2025 Dışarı çıkmam gerek. Sağ ayağım dışarı çıkarken sol yağım içeri kaçıyor. Canım evden dışarı çıkmak istemiyor. Zorunluyum...