GÜNDEMİN
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Gene yazasım geldi.
Kafamı duvarlara vurmaktan, dizlerimi dövmektense yazmak iyi
geliyor bana.
***
Süleyman Şah Türbesini taşıdılar, Uluslararası anlaşmalarda
Türk toprağı olarak tescillenen vatan parçasını terk ettiler.
Bu korkunç olayı da büyük bir başarıymış gibi yaratılan bir
algı operasyonuyla yutturmaya çalışıyorlar.
“20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa hükûmetleri
arasında imzalanan Ankara Antlaşması'nın 9. maddesi ve 24 Temmuz 1923 Lozan
Antlaşması'nın 3. maddesi gereğince Caber Kalesi ve türbe müştemilâtı ile
beraber Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak kabul edilmiş ve Türkiye'ye burada
muhafız bulundurma ve bayrağını çekme hakkı tanınmıştır.”
Savaştan yeni çıkmış bir ülke. Yeniden yapılanmaya
çalışıyor. Yokluk ve yoksulluk içinde, dişiyle tırnağıyla koruduğu vatanını
yeniden inşa etmeye çabalayan insanlar, Fransızların elinde kalan bir toprak
parçası için zaman ve mesai harcayarak inatla Süleyman Şah Türbesi uğruna
mücadele vermişler.
Bu sadece bir “ecdâd” mirası meselesi değil, ulusun ve
vatanın onuru meselesi. Bu mirastan kolayca vazgeçmek demek, geçmişten,
onurumuzdan, vatan bildiğimiz topraklardan kolayca vazgeçebilmek demektir. Bu
süreçte verilecek en küçük bir ödün, çorap söküğü gibi başka büyük ödünlerin
kapısını açacaktır.
O koşullarda kimselere emanet edilmeyen, kıran kırana
görüşmelerde ne Fransa’ya, ne diğer müttefiklere pabuç bırakmayarak korunan
vatan toprağı azgın terör örgütlerine bırakıldı.
Bunu bir zafermiş gibi gösterme çabaları bu saatten sonra
tutmaz. Kimse artık yemiyor bu yalanları, bu hezeyanları.
Kıbrıs çıkarmasını hatırlayın. Ambargo dâhil ne büyük
bedeller ödendi ve ödenmekte. O konuda elde edilen kazanımlardan, daha fazla
bedel ödemeyelim diyerek vazgeçenler de bunlardı.
Düşünmediler ki emperyalizmin karnını doyurmak mümkün
değildir. Karnını doyuramadığınız bu canavarı yok etmekten başka çare yoktur.
Şimdi anladınız mı Atatürk’ten neden nefret ediyorlar?
Her yaptıklarının önüne gerilen ve karşı çıkan hala Mustafa
Kemal ATATÜRK de ondan.
Ne yaparlarsa yapsınlar büyüyen, yücelen onlar değil, ATATÜRK
oluyor da ondan.
***
***
Kardeşlerimizi, akrabalarımızı seçmek elimizde değil.
Kimse kendisi gibi düşünen, hisseden, kendi değer
yargılarına ve dünya görüşüne uygun kardeş ve akraba bulamaz. Onlar bizim
koşulsuz sevdiklerimizdir. Ne düşünürse düşünsün, neye inanırsa inansın.
Ancak sevmek demek katlanmak, ödün vermek, sırtında bir
kambur gibi taşımak değildir.
Kardeşim dünya görüşüme, siyasi tercihime uymayabilir.
Bununla yaşamak gerek. Ama kardeşim ya da akrabam, yakınım, çocukluk arkadaşım,
okul arkadaşım, her kimse, benim taban tabana zıt olduğum kendi siyasi anlayışı
doğrultusunda bir seçim yapmışsa, örneğin milletvekilliği adaylığına
soyunmuşsa?
O zaman ben iki şeyden birini yapmak zorundayım:
1-
Kendi siyasi ideolojimden, kendimi ait hissettiğim
siyasi partiden uzaklaşmalı, söz konusu yakınım için mücadele etmeliyim. Bu
durumda kimse beni yargılayamaz, kınayamaz. Bu bir ihanet değil, bir seçimdir.
Çıkarlar uğruna değil, aile bağları, dostluk, arkadaşlık vb. adına yapılan bir
tercih. (Bu satırların yazarı bu yolu asla seçmez ama seçenleri de kınamaz.)
2-
Bu durumda, kardeşimden, arkadaşımdan,
yakınımdan, onları sevmekten elbette vazgeçmemeliyim. Ama onun, taban tabana
zıt olduğum, yıkılsın diye dualar ettiğim, ülkem ve insanlarım için büyük bir
tehlike olarak gördüğüm siyasi zihniyet için, partisi için çalışmaktan, çalışıyor
gibi görünmekten özenle kaçınmalıyım.
Buna durduğu yeri bilmek denir. Bu iki
durumda da buna ilkeli olmak denir. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama saygı
duyarsınız.
***
Bir de bu anlattıklarımızı çıkar için
yapanlar var. İlkesizce, ahlaksızca, kendi çıkarlarını her türlü insani ve
ahlaki değerlerin üstüne taşıyarak bir fedai gibi davrananlar.
Maddi beklentilerle bir ömür birlikteymiş
gibi göründüğü dostlarını satanlar…
Müsveddeler…
Onları geçiyorum.
Bugün konum onlar değil çünkü.
***
Sırtımızda kambur gibi taşıdıklarımız
aslında bizim ayıbımızdır.
Bir siyasetçinin her hangi bir nedenle
yanında taşıdığı insanlar, uzun vadede hem kendilerine hem de üzerine
yapıştıkları siyasetçiye zarar verirler.
Uygar ülkelerde, siyasetçilerin bağış adı
altında para yardımı almaları bu nedenle çok sıkı kurallara bağlanmıştır.
Bizde durum farklıdır. Parayı siyasetçi
dağıtır.
Bir siyasetçi düşünün. Kendisiyle seçmeni
arasında duran insanlardan medet umuyor.
Bu durumda araya kaynak yapan, anasını bile
satmaya gönüllü asalaklar malumunuzdur.
İddia ediyorum, bunların arasında,
çıkarlarının muhasebesini yapmayan bir tek kişi yoktur.
Maddi çıkarlar için yancılık yapanları
görmedik mi?
***
Ben şu yaşıma geldim, hala anlayamadım
bunları:
Siyaseti bir meslek gibi görenler var. Bir kez
seçilince hayatını buna yani yeniden ve yine yeniden seçilmeye adayanlar,
yenilgiye doymayan pehlivanlar gibi her seçim döneminde aday olanlar var.
Siyaset temiz yapılsa sorun yok ama… Kirli,
çok kirli. İnsanın midesi kaldırmıyor.
Türk siyasetinde böyle… Hangi partiden olursa olsun.
***
Daha neler var söylenecek. Boğaz dokuz
boğum. Şimdilik bekleyelim...
***
Bir seçim daha geliyor.
HADİ BAKALIM, HAYIRLISI…
Bu seçimin ülke için ölüm kalım meselesi
olduğunu unutmayalım, olur mu?
Zaaflarımız insanımıza, ülkemize zarar
verecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder