23 Şubat 2015 Pazartesi

GÜNDEMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


            GÜNDEMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Gene yazasım geldi.

Kafamı duvarlara vurmaktan, dizlerimi dövmektense yazmak iyi geliyor bana.

              ***

Süleyman Şah Türbesini taşıdılar, Uluslararası anlaşmalarda Türk toprağı olarak tescillenen vatan parçasını terk ettiler.

Bu korkunç olayı da büyük bir başarıymış gibi yaratılan bir algı operasyonuyla yutturmaya çalışıyorlar.

“20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa hükûmetleri arasında imzalanan Ankara Antlaşması'nın 9. maddesi ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması'nın 3. maddesi gereğince Caber Kalesi ve türbe müştemilâtı ile beraber Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak kabul edilmiş ve Türkiye'ye burada muhafız bulundurma ve bayrağını çekme hakkı tanınmıştır.”

Tarihlere dikkat edin. Türkiye Cumhuriyetinin ilk yılları…

Savaştan yeni çıkmış bir ülke. Yeniden yapılanmaya çalışıyor. Yokluk ve yoksulluk içinde, dişiyle tırnağıyla koruduğu vatanını yeniden inşa etmeye çabalayan insanlar, Fransızların elinde kalan bir toprak parçası için zaman ve mesai harcayarak inatla Süleyman Şah Türbesi uğruna mücadele vermişler.

Bu sadece bir “ecdâd” mirası meselesi değil, ulusun ve vatanın onuru meselesi. Bu mirastan kolayca vazgeçmek demek, geçmişten, onurumuzdan, vatan bildiğimiz topraklardan kolayca vazgeçebilmek demektir. Bu süreçte verilecek en küçük bir ödün, çorap söküğü gibi başka büyük ödünlerin kapısını açacaktır.

O koşullarda kimselere emanet edilmeyen, kıran kırana görüşmelerde ne Fransa’ya, ne diğer müttefiklere pabuç bırakmayarak korunan vatan toprağı azgın terör örgütlerine bırakıldı.

Bunu bir zafermiş gibi gösterme çabaları bu saatten sonra tutmaz. Kimse artık yemiyor bu yalanları, bu hezeyanları.

Kıbrıs çıkarmasını hatırlayın. Ambargo dâhil ne büyük bedeller ödendi ve ödenmekte. O konuda elde edilen kazanımlardan, daha fazla bedel ödemeyelim diyerek vazgeçenler de bunlardı.

Düşünmediler ki emperyalizmin karnını doyurmak mümkün değildir. Karnını doyuramadığınız bu canavarı yok etmekten başka çare yoktur.

Şimdi anladınız mı Atatürk’ten neden nefret ediyorlar?

Her yaptıklarının önüne gerilen ve karşı çıkan hala Mustafa Kemal ATATÜRK de ondan.

Ne yaparlarsa yapsınlar büyüyen, yücelen onlar değil, ATATÜRK oluyor da ondan.

         ***

         ***

Kardeşlerimizi, akrabalarımızı seçmek elimizde değil.

Kimse kendisi gibi düşünen, hisseden, kendi değer yargılarına ve dünya görüşüne uygun kardeş ve akraba bulamaz. Onlar bizim koşulsuz sevdiklerimizdir. Ne düşünürse düşünsün, neye inanırsa inansın.

Ancak sevmek demek katlanmak, ödün vermek, sırtında bir kambur gibi taşımak değildir.

Kardeşim dünya görüşüme, siyasi tercihime uymayabilir. Bununla yaşamak gerek. Ama kardeşim ya da akrabam, yakınım, çocukluk arkadaşım, okul arkadaşım, her kimse, benim taban tabana zıt olduğum kendi siyasi anlayışı doğrultusunda bir seçim yapmışsa, örneğin milletvekilliği adaylığına soyunmuşsa?

O zaman ben iki şeyden birini yapmak zorundayım:

1-      Kendi siyasi ideolojimden, kendimi ait hissettiğim siyasi partiden uzaklaşmalı, söz konusu yakınım için mücadele etmeliyim. Bu durumda kimse beni yargılayamaz, kınayamaz. Bu bir ihanet değil, bir seçimdir. Çıkarlar uğruna değil, aile bağları, dostluk, arkadaşlık vb. adına yapılan bir tercih. (Bu satırların yazarı bu yolu asla seçmez ama seçenleri de kınamaz.)

2-      Bu durumda, kardeşimden, arkadaşımdan, yakınımdan, onları sevmekten elbette vazgeçmemeliyim. Ama onun, taban tabana zıt olduğum, yıkılsın diye dualar ettiğim, ülkem ve insanlarım için büyük bir tehlike olarak gördüğüm siyasi zihniyet için, partisi için çalışmaktan, çalışıyor gibi görünmekten özenle kaçınmalıyım.

 
Buna durduğu yeri bilmek denir. Bu iki durumda da buna ilkeli olmak denir. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama saygı duyarsınız.

                            ***

Bir de bu anlattıklarımızı çıkar için yapanlar var. İlkesizce, ahlaksızca, kendi çıkarlarını her türlü insani ve ahlaki değerlerin üstüne taşıyarak bir fedai gibi davrananlar.

Maddi beklentilerle bir ömür birlikteymiş gibi göründüğü dostlarını satanlar…

Müsveddeler…

Onları geçiyorum.

Bugün konum onlar değil çünkü.

                      ***

Sırtımızda kambur gibi taşıdıklarımız aslında bizim ayıbımızdır.

Bir siyasetçinin her hangi bir nedenle yanında taşıdığı insanlar, uzun vadede hem kendilerine hem de üzerine yapıştıkları siyasetçiye zarar verirler.

Uygar ülkelerde, siyasetçilerin bağış adı altında para yardımı almaları bu nedenle çok sıkı kurallara bağlanmıştır.

Bizde durum farklıdır. Parayı siyasetçi dağıtır.

Bir siyasetçi düşünün. Kendisiyle seçmeni arasında duran insanlardan medet umuyor.

Bu durumda araya kaynak yapan, anasını bile satmaya gönüllü asalaklar malumunuzdur.

İddia ediyorum, bunların arasında, çıkarlarının muhasebesini yapmayan bir tek kişi yoktur.

Maddi çıkarlar için yancılık yapanları görmedik mi?

         ***

Ben şu yaşıma geldim, hala anlayamadım bunları:

 Siyaseti bir meslek gibi görenler var. Bir kez seçilince hayatını buna yani yeniden ve yine yeniden seçilmeye adayanlar, yenilgiye doymayan pehlivanlar gibi her seçim döneminde aday olanlar var.

Siyaset temiz yapılsa sorun yok ama… Kirli, çok kirli. İnsanın midesi kaldırmıyor.

Türk siyasetinde böyle…  Hangi partiden olursa olsun.

          ***

Daha neler var söylenecek. Boğaz dokuz boğum. Şimdilik bekleyelim...

          ***

Bir seçim daha geliyor.

HADİ BAKALIM, HAYIRLISI…

Bu seçimin ülke için ölüm kalım meselesi olduğunu unutmayalım, olur mu?

Zaaflarımız insanımıza, ülkemize zarar verecek.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...