“Dil” kavramını o dilde bulunan söz varlığı olarak algılamak
gerek. Bir dilin zengin olduğunu söylerken o dilde bulunan söz varlığının
zenginliğini, anlatım olanaklarının zenginliğini anlatmış olmaktayız.
Tarih içinde Türkçe en çok Farsça ve Arapça’dan
etkilenmiştir.
Farsça, Ali Şir Nevai’nin de belirttiği gibi “Aydınlarımızın,
şairlerimizin” Türkçe’yi hor görmeleri, düpedüz söylemek gerekirse, aşağılık duyguları
yüzünden sanat dili olarak başat dil olmuştur.
Arapça ise bilim dili olarak kabul görmüştür. Nedeni ise
Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleridir. Kur’an’ı Türkçeleştirmek yerine Arapça
öğrenilmesi zorunlu dil olarak yer bulmuştur kültür hayatımızda.
İşte bu koşullar altında, kimi zaman, tuhaf dil olayları da
ortaya çıkmıştır.
İşte bir örnek:
Um- eylemi Türkçe bir eylemdir. (ummak)
Bu eylemden türetilmiş umut sözcüğü dilimizin en güzel
sözcüklerinden biridir.
Bu sözcük, Türkçe’den Farsça’ya geçmiştir. Acem dilinin ses
özelliklerine uyum sağlayan bu sözcük “ümmîd” biçimine dönüşmüştür.
Farsça’ya duyulan hayranlık yüzünden bu kez biz, “ümmîd”
sözcüğünü kullanmaya başlamışız. Ancak aslının “umut”olduğunu aklımıza bile
getirmediğimiz için “ümmîd” sözcüğünü Türkçe ses kurallarına uydurarak “ümit”
biçimine sokmuşuz.
Bizim güzeller güzeli “umut” sözcüğü olmuş mu size “ümit”?
*******
“Aşçı” sözcüğü “aş pişirmeyi” iş edinen, yemek yapmayı
meslek edinen kişilere verilen bir addır. Meslek adıdır.
Türkçe “aş” kökünden “-ci” ekiyle türetilmiştir. Bu ek, sıklıkla,
meslek adı türeten bir ektir.
Aşçı yerine “ahçı” diyenlere duyurulur.
“Ah” sözcüğü bir ünlemdir. Bunun sonuna “-ci” eki getirilip bir meslek adı türetildiğinde
anlamı sadece şu olur:
Ah çekmeyi iş edinen, ah çekmeyi meslek edinen kişi…
Böyle saçmalık olmaz.
*******
Küçük bir anımsatma daha:
Dilimize yabancı dillerden giren bazı meslek adlarının
sonuna “-ci” eki getirilemez. “Bakkal, kasap” vb.
Yani “bakkalcı, kasapçı” olmaz.
*******
Eğer izin verilirse azıcık bilgiçlik taslamak istiyorum.
Ne kadar çok kitap okursak dilimizi o oranda iyi tanır ve
öğreniriz.
Dil bir kültür taşıyıcısıdır. Çağlar öncesinden çağlar
sonrasına yazılı ve sözlü bütün edebi ürünleriyle dil kültür taşıyıcılığı
yapar.
Bu ürünleri bilmek, okumak ve anlamak doğal döngüyü
tamamlamak anlamına gelir. Yani bir yandan dilinizi öğrenirken bir yandan da o
dilin genlerinde taşıdığı kültürün-uygarlığın-bilginin sahibi olursunuz.
Not:
Dil adları özel adlardır. Özel adların da baş harfleri büyük
yazılır. Aldıkları çekim ekleri kesme imiyle ayrılır.
Yedi sekiz yıl önce, TDK (Neden ve hangi bilimsel gerekçelere
dayanarak, bilinmez) bunu değiştirdi. Dil adlarının aldıkları çekim ekleri
artık ayrılmayacakmış. “Türkçe’de” değil “Türkçede” yazacakmışız.
TDK’nun görevi, sanırım, dilimizi içinden çıkılmayacak
şekilde karıştırarak dili yozlaştırmak. Yeni görev tanımları bu.
Ben bu kurumun artık çoktan bilimselliğini yitirdiğini,
arpalığa dönüştüğünü düşünüyorum.
Bu nedenle bu tür uydurmalara uymak zorunda değilim.
Kurumun bu hali bir Kenan Evren mirasıdır.
Yaptıkları alçaklıklardan biri de kurumun özerklikten
çıkarılıp başbakanlığa bağlı bir arpalığa dönüştürülmesidir.
Hem de Atatürk’ün mirasıyla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder