28 Haziran 2018 Perşembe

YENİLGİYE BAHANE ARAYANLARA…






Tutturmuşlar 9 seçim kaybettik teranesini, gidiyorlar. Sorumluların istifasını istiyorlar.

 Yahu siz bu partinin tarihini bilmez misiniz? Yani "Atatürk'ün kurduğu bu parti" diye söze başlamayı bilirsiniz elbette.

Çok partili döneme geçilir geçilmez, bu parti seçim kaybetti yahu. Kimsenin aklına İnönü'yü suçlamak gelmedi.

Bu parti daha sonra, asla çoğunluklu bir seçim kazanmadı.

Çok Partili dönemde:

İlk iktidarı MSP ile koalisyondu.(26 Ocak 1974 -17 Kasım 1974)

İkincisi; 1977’de bir azınlık hükümeti kurdu fakat güvenoyu alamadı. (21 Haziran 1977 - 21 Temmuz 1977 )

Üçüncüsü; 1978'de, Partisinin TBMM'de çoğunluğu bulunmamakla beraber, bazı bağımsız üyelerin ve küçük partilerin katkısıyla bir hükümet kurdu. Bu Başbakanlık dönemi 21 ay sürdü. (5 Ocak 1978 - 12 Kasım 1979)

Sonra hiçbir seçim kazanılamadı. Ne CHP, NE SHP, NE DSP…

Bunun bir sürü nedeni var bence, kısaca ve yüzeysel olarak geçeceğim.

****

Bu parti İttihat ve Terakki Partisinden bu yana iç iktidar çatışmalarını söküp atamadı. Demokratik çerçevede masum bir iç muhalefetten söz etmiyorum. Aslında kimsenin umurunda değildi iktidar olmak. Muhalif olmak ama koltukta olmak önemliydi yalnızca. Kolay yoldan güç kazanmak ama asla iktidar sorumluluğu taşımamak, siyasete yön vermek. Korkak ve gölgede yaşayan vampirlerin işi.

Kimileri şimdi bu saptamaya kızacak ama ne yapalım, gerçek bu.

İttihat ve Terakki Partisinde Enver Paşa bu nedenle kesmedi mi Mustafa Kemal’in önünü. Sürgünlere gönderdiler ama dönüp geldi, Çanakkale’de zaferin kazanılmasında Enver’in hayal bile edemeyeceği, kilit rol oynadı.

Yine aynı Enver Paşa yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğal lideri ve başkomutanı olduğu vehmine kapılıp sürgünden dönme hazırlıkları yapmadı mı? Hatta kendinden öyle emindi ki, söylentilere göre ayna karşısında döndüğünde yapacağı zafer konuşmalarını prova etmiş. Ve yine Atatürk’e emirler yağdıran mektuplar yazmış.

Parti içi hizipçilik bir ittihatçı geleneğidir ve Deniz Baykal bunun bayraktarıdır. Sahi, Baykal kaç seçim kaybetti?

****

Çok partili iktidar döneminde, Menderes, CHP’nin asla yapmadığı, yapmayacağı şeyi yaptı: Bütün gücüyle, bütün olanaklarıyla inanç sömürüsü işine girişti. Ne yazık ki, binlerce yıldır, binlerce renkten inancı barındıran bu toprakta bu maya tuttu.

Ondan sonra gelenler aynı yoldan gittiler. CHP ne yaparsa yapsın laiklik söylemiyle (ki bu doğruydu)bu silahın karşısında başarılı olamadı.

****

İkinci Dünya Savaşından sonra değişen güç dengeleri ABD’yi dünyanın bekçisi haline getirdi. Sovyetler Birliği ve ABD iki güçlü bir dünya yarattı.

ABD Sovyetlere karşı yürüttüğü soğuk savaşın silahı olarak bizim gibi ülkeleri de kullandı. Korkunç bir komünist düşmanlığı pompaladı. Kim ne derse desin, CHP, sonradan kadrolarında, eski,  ürkek sosyalist ve komünistlere yer verse de, bu komünist düşmanlığından etkilendi, ürktü. Soldan uzak durmaya özen gösterdi.

Oysa solu derleyip toparlayıp ortak bir dil oluşturabilir, mücadeleye böyle girebilirdi.

Ecevit’in ilk iktidara gelmesinde sol büyük rol oynadı. Dağlara taşlara Ecevit adını yazan solculardı. Yaşayan arkadaşlarımız bunu bilir.

Yani demem o ki en büyük hata kendini sola kapatmak; sağa göz kırpmak oldu. Aslı varken taklidini kim ne yapsın; halk bunu yemedi.

****

“Eğer bu seçime İnce başkanlığında gidilseydi başka olurdu” diyorsanız ben de size “Saçmalamayın”  derim.

Başka ne bekliyorsunuz ki?

Ohal koşullarında, devletin her türlü olanağını kullanan birine karşı, zaten “kemik” %25’in üstüne çıkamayan bir partiyle mücadele ediyorsunuz; bu adaletsizliğe, bu hırsızlığa, bu alçaklığa karşı savaş başlatmak yerine birbirinize karşı savaşmaya başlıyorsunuz.

15 yıldan beri AKP hükümetine karşı bölük pörçük savaşılamayacağını fark ettiğimden bu yana üye olarak CHP’liyim.

1996 yılına dek, kendimi solda ifade etmekle birlikte, aynı mantıkla CHP için çalıştım. CHP’nin emektarları bilir. Sonra herkes evine, diyerek bir süre ÖDP’de yer aldım.

 Yani çok şey yaşadım, çok şey gördüm, çok bedel ödedim. Acılar, düş kırıklıkları, kavgalar bana “olaylara dışarıdan bakabilme becerisi, objektif bir bakış açısı” kazandırdı.

Bu nedenle diyorum ki bırakın bu temelsiz değerlendirmeleri. Bilimsel bir bakış açısıyla bakın olaya. “Yönetim değişsin.” talebinizi objektif ve bilimsel bir zemine oturtun.



Not: Siyasi öngörülerimde yanıldığım pek olmamıştır. “Muharrem İnce aday gösterilecek.” dedim, oldu.  Kılıçdaroğlu fena intikam alacak. Nasıl mı?

Üç vakte kadar,J “Ben gidiyorum, yerimi de Muharrem İnce’ye bırakıyorum” diyecek. J  Çünkü çelebi ve alçak gönüllü ruhu bu kadar sıkleti kaldıramıyor. Bu sözleri kullanmayacak belki ama böyle olacak. Zamanını kendi belirlemek istiyor. Şimdi öncelikli olarak kayıpları önlemeye,  partiyi iç savaş görüntüsünden korumaya çalışıyor. Muharrem İnce bunu biliyor mu bilmem ama sezinlediğinden eminim.

26 Haziran 2018 Salı

Nazım Hikmet - Vatan Haini şiiri


"Yıl 1962 Ankara’da yayımlanan, hükümet ve düzen işbirlikçisi bir gazete, kendi topraklarında yaşama özgürlüğü elinden alınmış mesnetsiz mahkemeler ve sonuçları ile ülke topraklarını ona yaşanmaz yapan bu kararlarla baş başa bırakılan, Nâzım Hikmet Ran’a, üç sütun üstünden
“Nâzım Hikmet, vatan hainidir. Vatan hainliğine devam ediyor.” başlığını kullanır.  Düzenin ona söylediğine, usta bu dizeleri ile kendine özgü ve Türk şiirine miras kalacak tarzı ile cevap verir. Onların söylediklerini, onlara, iade edercesine cevaplayarak."
***
Yukarıdaki paragrafı bir internet sitesinden aldım.
Amacım aslında, "Nazım Hikmet Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hala" diye başlık atan, adını nedense kimsenin ağzına almak istemediği gazeteyi, o sayıyı, bulup haberin bütününü paylaşmaktı.
Ama gazetenin adının yayınlanması şöyle dursun, o sayısını bile bulmak mümkün olmadı.
Konuyu ele alan, hemen hemen bütün kaynaklar, aşağı yukarı alıntıladığım yazıdaki ifadeyi kullanıyor.
Ben inatçıyımdır, inat da bir murat, ne de olsa. Kendime az daha zaman tanısam bulurum; bulmak zaten boynumun borcu oldu.
Dostlar, ben, Cumhuriyet Gazetesinin  "Nazım Hikmet Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hala" diye başlık atan sayısını arıyorum.
Evet, yanlış duymadınız, Cumhuriyet Gazetesi...
Bilenler bilir de bilmeyenler için duyurdum.
Biz ikiyüzlü bir halkız. Birine bir ayıbı yakıştıramadığımız zaman üstünü örtmeye çalışırız.
Üstelik ne denli korkunç suçları kapattığımızı bile bile...
Öyle sanıyorum ki bütün dünyada, yalnızca bu coğrafyaya özgü bir durum bu ikiyüzlülük.
Şimdi bütün solcular, sosyal demokratlar başta olmak üzere "Nazım Hikmet Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hala" adlı şiirin yazılmasına neden gazetenin, Cumhuriyet Gazetesi olmasından utandıkları için olacak, bunu görmezden gelmeyi, yuvarlak laflarla geçiştirmeyi istiyor.
Yıl 1962... Aradan 56 yıl geçmiş. Köprünün altından ne sular akmış.
Kendi geçmişimizle yüzleşmek bu denli zor olmamalı.
Dün, o gazetenin yayın politikası, o zamana, zamanın cadı avına uygundu. Komünizme karşı ABD tarafından bir sürek avı başlatılmıştı. Hala süren bir av üstelik.
O zamanın bütün gazeteleri, bir kaçı hariç, bu avın yayın organıydılar.
Bugün aynı gazete çok farklı bir çizgide. Emekten yana, demokrasiden, hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlardan yana bir çizgide.
Bunu bile bile, neden 1962 yılında o yazıyı yazdığı gerçeğinden utanmalı?
Geçmişle yüzleşmek sadece geçmişi kabullenmek ya da utanmak değil, geçmişte yaşananlardan geleceğin yol haritasını çıkarmaktır.
Bu olgunlaşmaktır, bu biriktirmektir, bu deneyimdir.
Yola devam etmek ancak bu şekilde olanaklıdır.
*****
Bu seçim sonrasında da aynı şeyi yapmıyor muyuz?

18 Haziran 2018 Pazartesi

Can Yücel'e Ait Olmayan Şiirler

Biliyorsunuz, internette Can Yücel, Nazım Hikmet vb ünlü şairlerimize haksızlık anlamına gelen çok yaygın bir tür "İsim çalma" olayı var.
İnsanlar, kime ait olduğu belli olmayan bazı metinleri, ünlü şairlerimize aitmiş gibi internet ortamında dolaşıma sokuyorlar.
Bunlardan bazıları, kimi şairlerin bütün şiirlerini, adeta ezberine koymuş olan, benim gibi şiir tutkunlarını bile yanıltıyor.
Ölmüş olanların "Bu şiiri ben yazmadım." deme olanağı yok.
Sözlü şiir geleneğimizde, halk şiirinde bu olağandı, hatta bir zorunluluktu. (Bu konuyu daha önce yazdığım için şimdi değinmiyorum.)
Ama artık her duygu ve düşüncenin, insana ait her şeyin yazıldığı bu dönemde bu durum isim hırsızlığı kapsamına giriyor.
İnternette Can Yücel'e ait olduğunu sandığımız onlarca şiirin incelemesini yapmışlar, Can Baba'ya ait olmayanları listelemişler.
Ben de sizlerle paylaşmak istedim. İyi etmiş miyim?🤫
****
1.Bağlanmayacaksın
2.Kadın Dediğin
3.Erkek Dediğin
4.Seninle Olmanın En Güzel Yanı
5.Anladım
6.Herşey Sende Gizli
7.Eğer
8.Herkes Gitmek İstiyor
9.Sevdiğin Kadar Sevilirsin
10.Sağlık Olsun
11.Tam zamanında Yaşamak (Yaşamak Zamanı)
12.Tersten Yaşamak
13.Biraz Değiştim
14.Bir gün Anlarsın
15.Gitmek
16.Seninle Yaşlanmak İstiyorum
17.Asla Keşkelerim Olmadı
18.Özledim Seni
19.Bilmelisin ki
20.Aşk
21.Boşver ve Yaşı Başı
22.Olmuyorsa Zorlamayacaksın
23.Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda
24.Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan
25.Farkında Olmalı İnsan
26.Bir Eşi Olmalı İnsanın
27.Unutma
28.Sevgi Emekmiş
29.Özleme Dair (Kim Özlerdi?)
30. Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür
31.Aşk Ayakkabı Gibidir
32.Rakı İçen Kadınlar
33.Ateş ve Su
34.Ülke Bölünsün İstiyorum
35.Kadınım Ben
36.Senin İçin Yasak Dediler
37.Bayram Şiiri
38.Dostlar Irmak Gibidir
39.Öye Bir Hayat Yaşadım ki
40.Bir Yolun varsa Gidilecek
41.Ömür Dediğiniz Nedir Ki
42.Fakirin Gayrimeşru Çocuğu
43.Ey Yüreğim
(Yukardaki liste Semih Çelenk tarafından yapılmıştır.)
👀

11 Haziran 2018 Pazartesi

YURDUMUN ATLASLARI

Bugün dışarı çıktım, hava epeyce sıcak ama çok güzel.
Ekmek ve tahinli almak için biraz yürümek iyi olur, dedim.
Dönüş yolunda istasyonun alt geçidine yöneldim; sağ tarafımda henüz hareket eden bir beyaz otomobil durdu, sürücü pencereyi açtı, bana seslendi:
“Fatih Mahallesine mi gidiyorsunuz?” dedi.
“Evet” dedim.
“Buyurun, binin, ben de o tarafa gidiyorum, sizi bırakayım.” dedi.
“Çok teşekkür ederim. Yürümek istiyorum. Ayaklarım açılsın biraz.” dedim.
“İyi olurdu ama siz bilirsiniz, iyi günler.” dedi.
“Çok naziksiniz evladım, güle güle” dedim.
30’lu yaşlarını aşmamış, pırıl pırıl gülümseyen bir yüz. Ne kadar nazik, ne kadar ince düşünceli.
Elinde bastonu kavurucu sıcakta yürüyen yaşlı bir kadını görünce titreyen bir yürek.
Çok ol, daha çok, aklı da yüreği de henüz sevgiyi, merhameti yitirmemiş delikanlı. "Bu dünya öküzün boynuzları üstünde duruyor." diyenlere inat, çok olun, çoğalın, akın akın toplanın, sel olun.
Bu dünya sizin omuzlarınızda duruyor.
(Bu yazı kendi memleketimde bu tür davranışlara alışık olmadığım için yazıldı. İsterseniz doğduğum bu toprağın insanına sitem diyebilirsiniz.)

Filmin Adı Marshall idi.

Gecenin filmi 2017 yapımı "Marshall" adlı biyografik bir filmdi.
Filmin İMDB puanı 7,2 imiş.
Soluksuz izledik. ABD'de ırkçılık konusunu işleyen en güzel filmlerden biriydi.
ABD sinemasının kendi tarihleriyle yüzleşerek sinema diliyle günah çıkardığı herkesin bildiği bir "sır"dır.
İnançlarındaki "itiraf ederek özgürleşme" ritüeli sosyal yaşamlarını da düzenleyen bir yöntem olmuş.
Irkçılık, kölelik, kendi yaşadıkları iç savaş, Kızılderili soykırımı, Vietnam savaşı, Kore savaşı, Afgan savaşı gibi insanlık suçlarına yönelik bir bağışlanma talebi...
Suçu işleyenlerin kendi kamuoylarına yönelik bir özrü belki...
Toplumun bilinçaltına yerleşmiş suçluluk duygusunun isyana dönüşmemesi için safra atılması...
Hani iyice dolan barajın kapaklarını açarak zaman zaman su bırakırlar ve bu yolla taşkınları önlemeye çalışırlar ya...
Dikkat edilirse, olaylar zaman aşımına uğradıktan sonra başlıyor itiraf-özeleştiriler...
Vietnam savaşında Vietnam halkına yaşattıkları vahşet, sonunda kendi askerlerinde Vietnam sendromu adı verilen travmalara yol açınca savaş karşıtı filmlerin artması bundandı.
Filmin süresi sizi yıldırmasın, değdiğini göreceksiniz.
İzleyin, derim.

3 Haziran 2018 Pazar

Ahmet Arif - 2 Haziran

Dün Niğde'ye gittik, geç döndük. Yoruldum, fırsat bulamadım.
Günlerden Ahmet Arif'ti oysa. Takvimlerin 2 Nisan 1991' i gösterdiği gün Ankara'da ölen büyük şair.
Bana kalırsa, büyük şair deyince akla gelen, beş bilemedin altı şairden biriydi.
Toplumcu şiirimizin en gözü pek ve kavgacı şairiydi. Halkın söylenmemiş sözünü söyleyen, derinlere gömülü duygularını en yalın haliyle, Türkçe'nin büyülü tınısıyla dile getiren çok az ozandan biri, belki de birincisi...
Vurulan prangaların, zindanların solduramadığı bir sevdalı yürek...
Kim soframızın baş tacı yeşil soğanı, kuru soğanı yedikten sonra ağıza alınan bir karanfilin kokusunu; yeşil soğandan başka armağan götüremeyen görüşmecinin yoksulluğunu en güzel imgelere, çağrışımlara sarıp sarmalayıp verebilir? Kim?
Bu yoksulluğa karşın sevince boğulan ozanın gönlünün zenginliği bu dizelerde nasıl da parıldar...
Bu dizelerin titretmediği yürek var mıdır?
Bu dizelerle hüzünlere dalıp dalıp da uzaklarda kaybolup gitmeyen göz var mıdır?
Bu dizelerdeki acıya meydan okuyan yaşama sevincini, yurt sevgisini hangi zalim karanlık yok edebilir?
Vurulan prangaların, zindanların solduramadığı bir sevdalı yürek...
Unutulmayacak...
*****************************
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...

*****************************
Burada bir başka ozanın dizelerini yazmak farz oldu.
****
Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşeler de açılır üstümüzde
leylaklar da güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...
Adnan Yücel

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...