Uzun yıllar önceydi. Doğudaki
sürgün yıllarım bitmiş ama Niğde’ye giriş yasağı cezam bitmediği için
Kayseri’ye atanmıştım. Kayseri’de de bir ilçeden diğerine savrulduktan sonra,
açtığım davaları kazanınca merkezde bir okulda çalışmaya başladım.
24 Kasım’ın öğretmenler günü
olarak kutlanmaya başlamasından bir kaç yıl sonraydı. Okulda bir süre birlikte
çalıştıktan sonra emekli olan bir ablamız vardı.
Bir gün, sohbet sırasında, 12
Eylül faşizminin dayatması olan bu günün kutlanmasının eğitim emekçilerine
büyük hakaret olacağı, faşizmi olumlamak anlamına geleceği, öğretmenleri zapt u
rap altına almanın bir yolu, öğretmenleri etkisizleştirme-değersizleştirme
yöntemi olduğu vb. konusunda keskince bir nutka giriştim.
O faşizmi iliklerine kadar
yaşamış birinin dilinin ölçüsü olmuyor. Söylediklerime gönülden inanıyor,
yılların biriktirdiği öfkeyle konuşuyordum.
Beni, uzunca bir süre, sessizce
dinleyen ablamız, sözümü kibarca kesti ve aşağı yukarı şunları söyledi:
“Tam 36 yıllık öğretmenim. Kocamı
12 Eylül öncesi faşistler katlettiler. Sonrasında da en büyük acıyı gene bizler
çektik. Öğretmenliğimin büyük bir bölümünü küçücük kasabalarda, ilçelerde geçirdim.
Mesleğimi çok severek yaptım. Şimdi emekli olduktan sonra, tek avuntum, öğrencilerimin
arayıp sorması. Her fırsatta ya telefon ediyor ya da bizzat ziyaret ediyorlar.
Acıları unutmanın bir yolu haline geldi bu ziyaretler. Avunuyorum. Son birkaç
yıldır öğretmenler gününde de arar oldular.
Beni aradıkları, sordukları,
sevgimi onlara aktarmaya devam edebildiğim sürece ne gün aradıklarının bir
önemi yok. Ha 24 Kasım ha 5 Ekim… Dini bayramlar ya da yılbaşı… Öğrencilerim
bana değer verdiği sürece sorun yok. Hediye almam, asla…
Senin neler yaşadığını ve haklı
olduğunu da biliyorum ama inan ki bunun önemi yok. Hep birlikte eğitim sistemi
üzerinde kafa yorup bir proje geliştirebildik mi? Öğretmenlik mesleğinin nasıl
itibar kaybettiğini farkında değil misin? Bu itibarsızlaştırmaya bizim katkımız
olmadı mı? Çözüm bu günü protesto etmek mi?
Benim görev yaptığım okullardaki
o yoksul öğrenciler ne bilsin 5 Ekim’i ne bilsin 24 Kasım’ı… Beni kutlamak için
arayan o güzel yüreklere ben 24 Kasımda aramamalarını mı söyleyeceğim. 24
Kasımda kutlamaları kabul eden arkadaşlarımla tartışmaya mı gireceğim. Faşizmle
mücadelenin yolu bu değil ki.”
Üç aşağı beş yukarı söyledikleri
buydu ve haklıydı.
Ama metalaştırılan, kapitalist
sistemin bir soygun aracı haline gelen bu kutlamalara karşı tavrımızı da
koyduk. Eşim anlattı; 12 Eylül sonrası sendikanın fiili olarak kurulmasından
sonra zorla yaptırılan etkinliklere katılmadıkları için nasıl takibata
uğradıklarını, mahkemelerde uğraşmak zorunda kaldıklarını.
Öğretmenlerin sürü sepet, tek tek
imza yoklaması alınarak kapalı spor salonlarında askeri(!) törenlere katılmak
zorunda oldukları yıllardı.
Elbette buna karşı çok etkili
mücadele verdik. Hatta toplu eylemler yapıldı, törene katılıp imza vermeden,
toplu halde çıktığımızı anımsıyorum. Uyarı cezalarını onur belgesi gibi kabul
etmiştik.
Ama öğrencilerinden kutlama kabul
eden bir eğitim emekçisine, neler hissettiğini, düşündüğünü anlamadan,
dangalakça, tam da bir faşistin yapabileceği bir dayatmayla nutuk atmak hala
içimi acıtır.
Bir insanın bir diğerine “Günün
kutlu olsun.” demesinin neresi kötü?
Öğretmenlik mesleğinin birike
birike içinden çıkılması imkânsız hale gelmiş sorunlarını çözmek, bununla
mücadele etmek yerine;
Bir meslek örgütünde, bir siyasi
partinin çatısı altında, hayatın her hangi bir başka alanında; çağdaş eğitim
konusunda, eğitimde sorunlar konusunda, bugün içinde bulunduğumuz yoz ve yobaz
sistemin nasıl alt edilebileceği konusunda
düşünsel üretim yapma, eyleme geçme yerine hala lafı güzaf…
En iyi yaptığımız şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder