Geçenlerde mutfak balkonunda duvara bir tabak su bir tabak
da bulgur koyduk. Kış geldi, küçük dostlar oradan oraya pırpır yiyecek
arıyorlardı, izlerken içimiz acıdı.
İkindiye kalmadan yem bitti. Tekrar doldurdum tabağı, suyu
değiştirdim. Yaşar ekmekleri ufalayıp hazırladı. Misafir diyor serçelere.
Önce biri geliyor, etrafı kolaçan ediyor, sonra ikincisi. O
ikinciden sonra beş-on toplanıyorlar. Mutfakta bir hareket sezdiler mi anın da
pır…yok oluyorlar. Hiç kıpırdamadan izlemek gerek. Bu yüzden fotoğraf da
çekemedim.
Öyle ürkek öyle savunmasızlar ki…
Belki de ürkeklikleri silahtır, üstlerindeki zırhtır, kim
bilir.
Bugün, yemeği çıt çıkarmamaya dikkat ederek ocağa koydum,
kitabımı aldım, oturdum. Arada yavaşça kafamı kaldırıp göz ucuyla izliyorum.
Biraz yedikten sonra havalanıp tele konuyorlar, teldekiler
iniyor tabağa. Sırayla; itişmek kakışmak, acele etmek yok, sırayla doyuruyorlar
karınlarını. Az yedim çok yedin kavgası yok. Su tabağına tek tek geliyorlar.
Onları izlerken Hrant Dink düştü aklıma. Son yazısında
söyledikleri… Hani o yazıda "Ruh
halimin güvercin tedirginliği" diyordu ya…
Yazının son satırları;
“Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama
biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta
içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.” diye
bitiyordu hani.
İnsanoğlunun bu ürkeklikle yaşaması korkunç olmalı.
Kuşları ürkek olmak yaşatabilir ama insanı o ürkeklik
öldürür.
Düşünsenize bir ömür, Hrant’ın şu duygularıyla yaşadığınızı:
Ne acı…
“ ‘Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?’ sorusu asıl beynimi kemiren.
Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve
insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla
hissediyorum.
Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.
Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim...
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış
durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de
süratli.”
Farklılıklarımızın her birimizde böyle güvercin tedirginliği
yarattığı da bir gerçek;
Farklı düşünenler, farklı din ve mezheptekiler, farklı
inançları, tercihleri olanlar, farklı etnik gruptakiler; rengi, dili,
cinsiyeti, farklı olanlar yani…
Şu dünyada yaşamı paylaşırken serçeler kadar adil olamadık.
Bu tedirginlikle görev yapan öğretmen arkadaşlarım, gününüz
kutlu olsun.
Güvercin ürkekliğinde yaşayıp başını eğmeyenlere ise helal
olsun, aşk olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder