15 Ekim 2018 Pazartesi

AŞKTAN VE GÖLGEDEN – İSABEL ALLENDE ÜZERİNE


Pek çok meraklı okur gibi, ben de Latin Amerika Edebiyatını sonradan tanıdım ama çok çabuk kapıldım.
Latin Amerika,  dünyanın acıları en çok biriktiren bölgelerinden biri.
Diller, uygarlıklar, uygarlıkların çatışması, kaynaşması, birleşmesi…
Darbeler, faşist diktatörlükler, direnen halklar…
İçlerinden biri, İsabel Allende benim için çok özel bir yere sahip.
Salvador Allende ile akraba olması, Allende faşist bir darbeyle öldürüldüğünde vatanını terk etmek zorunda kalması onu sevmemde çok etkili oldu.
Tarihin kaydettiği en eli kanlı diktatörlerden biri olan General Pinochet, Amerikan istihbarat örgütü CIA ile birlikte gerçekleştirdiği askeri darbe sonucunda 11 Eylül 1973 günü Şili’nin başına geçerken, ülkenin seçilmiş başkanı Salvador Allende de çarpışarak ölür. Aradan iki yıl geçmeden, soyadı nedeniyle sürekli ölüm tehditleri alan Isabel, çareyi kocası ve iki çocuğu ile birlikte Venezuella’ya kaçmakta bulur.

Romanlarını okudukça İsabel benim büyülü dilli kardeşim gibi oldu. Onun yazdıkları-yaşadıkları benim alnıma yazılıymış gibi.
*** 
Bir anısından: 
“Ne iş yapıyorsun?” diye sordu, bir sohbet başlatma hevesiyle.
Bu soruya pek çok yanıt verilebilirdi. Orada sessizce durup bu sıkıcı yere beni getirdi diye kocama lanetler yağdırdığımı söyleyebilirdim, ama daha az felsefi olan bir yanıtta karar kıldım.
“Ben romancıyım.”
“Vay canına! Ne kadar ilginç! Emekli olduğumda ben de roman yazacağım,” dedi.
“Sahi mi? Peki şimdi ne iş yapıyorsunuz?”
“Ben dişçiyim,” diyerek bana kartını verdi.
“Ben de emekli olduğumda diş çekeceğim,” diye karşılık verdim.
***
“ Hayatım acılar, kayıplar, aşk ve anılardan ibaret sanki. Kayıplar ve acı benim öğretmenlerim; beni onlar olgunlaştırıyor. Aşk tüm bunlara göğüs germemi mümkün kılıyor, bana keyif veriyor. Anılar ise yazdıklarımın özü.”
***
İsabel Allende’ye “büyülü gerçekliğin yazarı”diyorlar. Bu adı ilk romanı Ruhlar Evi ile kazandı.
Romanlarında lirik-destansı bir dil kullanır. Her biri bir belgesel özelliği taşıyan romanlar; olağanüstü aşklar eşliğinde bir halkın trajedisi, faşizmin kahrediciliği, acılar ve direnenlerin mücadelesini anlatır.

En son “Aşktan ve Gölgeden” adlı yapıtı okudum. Bu kitabı okuma serüvenim benim için övünülecek bir yolculuk değildi. Yapıtın olağanüstü güzelliği, benim Allende hayranlığım bu kitabın aylarca elimde sürünmesine engel olmadı. Okumaktan biraz uzaklaştığım bir döneme denk geldi.
Bittiğinde, neredeyse bir zafer kutlaması yapacaktım.
Pinochet adlı faşist kanlı zalimin bir ülkenin insanlarına topyekün nasıl acılar çektirdiğini görüyorsunuz.
Aşkın beslediği güzel ve yiğit insanları da…

Allende, bence yaşanmışlıktan beslenen bir Latin Amerika Bilgesidir.
***
Bir eleştirmen, sizin Garcia Marquez’den kopya çektiğiniz söyleniyor, ne dersiniz diye sorduğunda Isabel Allende, “Bak dostum, eğer bir dansçı olmak istiyorsan ve Nureyev gibi dans ettiğiniz size söyleniyorsa bundan daha güzel ne olabilir? Benim Marquez gibi yazdığımı söylediklerinde ben böyle hissediyorum. O bu asrın en güçlü yazarlarından biri ve benim onunla kıyaslanmam harika bir şey. Ama, kendisinin bundan hoşlanacağından kuşkuluyum.” diye cevap verecektir.
***
“Yazı yazmak hokkabazlık gibi bir şeydir: Şapkanın içinden tavşanlar çıkarman yetmez, bunu zarafetle ve inandırıcı bir şekilde yapman gerekir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...