Gözüm sıkıntılı. Tam 10 gündür böyle. Netameli gözüm, sol gözüm.
Cayır
cayır yanıyor, diken diken batıyor. Kızardı, şişti. Sıkıntım büyük. Daha önce
defalarca operasyondan geçen göz, görme kaybı çok fazla.
Ancak
çare yok, çünkü doktor yok.
Devlet
hastanesi, sözüm ona araştırma hastanesi, randevu alınamıyor, yaşlılığa da
güvenemiyorum, Niğde’nin bütün yaşlıları sözleşmiş gibi oradalar. Gözü kaşınan doktora
koşuyor.
Özel
hastanenin de durumu farksız. 15-20 gün sonrasına atıyorlar…
Canım
sıkkın, hem de öyle böyle değil.
Saraya
yapılan tam donanımlı, her branştan onlarca hekimin 7/24 görev yaptığı hastanenin
masrafları benim cebimden çıkmasa bu kadar koymayacak içime. Hem de tek kişi
için…
Bir
arkadaşım salık verdi; demli çayla kompres yap, dedi.
Çayla
ıslattığım pamuğu gözlerimin üstüne koyuyorum, uyku maskesini de üstüne geçirip
uzanıyorum yatağa.
İki
seçenek var; ya uyuyacaksın ya da beynindeki bütün kilitleri açıp, ne varsa
salacaksın ortalığa. Düşler mi kurarsın, anılarla mı boğuşursun, yel değirmenleriyle
mi savaşırsın, keyfin bilir.
Önce
kendime bir acıdım, bir acıdım. Gözlerime yaş doldu.
Sonra
nereden çağrışım yaptı da aklımı dürttü bilmem; aklıma, tarım bakanının
çiftçilere kepek ekmelerini tavsiye ettiği geldi.
Bir
gülmedir tuttu.
Kör
bir kıza ezgilerle ay ışığını betimleyen Beethoven’ı düşündüm.
Tarlaya
kepek eken tarım bakanı ile bir köre ay ışığını gösteren Beethoven… Ne yaman
çelişki!
Nicedir
arkadaşlarımı ihmal ettiğimi düşündüm. Aramak iyice zorlaştı. Tam aklıma
geliyor, küçücük bir bahane, az sonra diyorum, bakıyorum unutmuşum.
Önce
kimi aramalıyım? Sıraya koymak unutkanlığa çare olur mu?
İçlerinden
biri var ki kendimi suçlu hissettiriyor: Hasibe, kadim dostum, sırdaşım,
kardeşim… O arama özürlüdür. Tek kusuru da budur. Olağanüstü biri, gözünü kapa
ve canını emanet et. Dost sözcüğünün vücut kazanmış hali, dedim ya. Kendimi
zengin hissetmemi sağlayan biri…
Hasibe,
sevgili kardeşim Kenan benim dava arkadaşlarım, yol arkadaşlarım, yoldaşlarım.
Hasibe’yi
aramalıyım.
Kalkınca
ilk iş…
Dünyaya
farklı gözlerle ama aynı pencereden bakabilmek önemli. Farklı siyasetleri
benimsemiş olmakla birlikte dost bellediğim insanlar da çok.
Ben
bu nedenle çok zenginim. Bu düşünceye gülümsedim. Bu düşünceyi daha sık
anımsamalıyım.
Gözümde
ince bir sızı, kulağımda annemin sesi…
Okumak
ve bilgisayar bu hale getirmiş beni.
Eskiden
sigara içmeme bağladığı her şeyi şimdi bilgisayara bağlıyor anacığım. Ben 40
yıl sigara içtim, sonunda bıktım ve bıraktım. Annem sigaramı kötülemekten
bıkmadı. (İtiraf ediyorum, bu söylenmeler ters tepmiştir bende. Her müdahaleden
sonra bir sigara yakmışımdır.)
Bizim
topraklarda insanların bir “inatlaşma” huyu vardır. Eskilerin dediği gibi “Çüş
dedikçe çalının altına gideriz.”
Canımızın
yanacağını, başımızın derde gireceğini bilsek de inadımıza sadığızdır. Yoksa
başka neden “İnat da bir murattır.” gibi bir sözü icat edelim ki?
Söylemesem
olmaz, bende vardır bu huy. Damarıma basılmasın, yeter ki…
Gece
hangi filmi izleyeceğimize karar vermedik. Kalkınca şöyle bir göz atarım.
İki
gecedir Dan Brown uyarlamalarını izliyorduk. Ben daha önce defalarca izledim,
izlemelere doyamadım. Kitapları ona keza. Ama Yaşar, bir türlü izlemek
istemedi, uzak durdu. Kitapları da okumadı. Popüler olanı sevmez Yaşar. Sanırım
filmler hakkında çok tantana yapılınca uzak durmayı seçti.
Bu
kez itiraz etmedi. Çok da büyük keyif aldı. Cehennem’i de bu gece izleyelim
bari.
Geceleri
kaçıyoruz. Filmlere kaçıyoruz, kitaplara kaçıyoruz. Ülkenin hallerine bakıp delirmemek
için bulduğumuz çare bu.
Çay
tedavisi iyi geliyor galiba. Gözümde bir rahatlama var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder