19 Kasım 2021 Cuma

Gözlerimi Kapatınca

 Gözüm sıkıntılı. Tam 10 gündür böyle. Netameli gözüm, sol gözüm.

Cayır cayır yanıyor, diken diken batıyor. Kızardı, şişti. Sıkıntım büyük. Daha önce defalarca operasyondan geçen göz, görme kaybı çok fazla.

Ancak çare yok, çünkü doktor yok.

Devlet hastanesi, sözüm ona araştırma hastanesi, randevu alınamıyor, yaşlılığa da güvenemiyorum, Niğde’nin bütün yaşlıları sözleşmiş gibi oradalar. Gözü kaşınan doktora koşuyor.

Özel hastanenin de durumu farksız. 15-20 gün sonrasına atıyorlar…

Canım sıkkın, hem de öyle böyle değil.

Saraya yapılan tam donanımlı, her branştan onlarca hekimin 7/24 görev yaptığı hastanenin masrafları benim cebimden çıkmasa bu kadar koymayacak içime. Hem de tek kişi için…

 

Bir arkadaşım salık verdi; demli çayla kompres yap, dedi.

Çayla ıslattığım pamuğu gözlerimin üstüne koyuyorum, uyku maskesini de üstüne geçirip uzanıyorum yatağa.

İki seçenek var; ya uyuyacaksın ya da beynindeki bütün kilitleri açıp, ne varsa salacaksın ortalığa. Düşler mi kurarsın, anılarla mı boğuşursun, yel değirmenleriyle mi savaşırsın, keyfin bilir.

 

Önce kendime bir acıdım, bir acıdım. Gözlerime yaş doldu.

Sonra nereden çağrışım yaptı da aklımı dürttü bilmem; aklıma, tarım bakanının çiftçilere kepek ekmelerini tavsiye ettiği geldi.

Bir gülmedir tuttu.

Kör bir kıza ezgilerle ay ışığını betimleyen Beethoven’ı düşündüm.

Tarlaya kepek eken tarım bakanı ile bir köre ay ışığını gösteren Beethoven… Ne yaman çelişki!

 

Nicedir arkadaşlarımı ihmal ettiğimi düşündüm. Aramak iyice zorlaştı. Tam aklıma geliyor, küçücük bir bahane, az sonra diyorum, bakıyorum unutmuşum.

Önce kimi aramalıyım? Sıraya koymak unutkanlığa çare olur mu?

İçlerinden biri var ki kendimi suçlu hissettiriyor: Hasibe, kadim dostum, sırdaşım, kardeşim… O arama özürlüdür. Tek kusuru da budur. Olağanüstü biri, gözünü kapa ve canını emanet et. Dost sözcüğünün vücut kazanmış hali, dedim ya. Kendimi zengin hissetmemi sağlayan biri…  

Hasibe, sevgili kardeşim Kenan benim dava arkadaşlarım, yol arkadaşlarım, yoldaşlarım.

Hasibe’yi aramalıyım.

Kalkınca ilk iş…

Dünyaya farklı gözlerle ama aynı pencereden bakabilmek önemli. Farklı siyasetleri benimsemiş olmakla birlikte dost bellediğim insanlar da çok.

Ben bu nedenle çok zenginim. Bu düşünceye gülümsedim. Bu düşünceyi daha sık anımsamalıyım.

 

Gözümde ince bir sızı, kulağımda annemin sesi…

Okumak ve bilgisayar bu hale getirmiş beni.

Eskiden sigara içmeme bağladığı her şeyi şimdi bilgisayara bağlıyor anacığım. Ben 40 yıl sigara içtim, sonunda bıktım ve bıraktım. Annem sigaramı kötülemekten bıkmadı. (İtiraf ediyorum, bu söylenmeler ters tepmiştir bende. Her müdahaleden sonra bir sigara yakmışımdır.)

Bizim topraklarda insanların bir “inatlaşma” huyu vardır. Eskilerin dediği gibi “Çüş dedikçe çalının altına gideriz.”

Canımızın yanacağını, başımızın derde gireceğini bilsek de inadımıza sadığızdır. Yoksa başka neden “İnat da bir murattır.” gibi bir sözü icat edelim ki?

Söylemesem olmaz, bende vardır bu huy. Damarıma basılmasın, yeter ki…

 

Gece hangi filmi izleyeceğimize karar vermedik. Kalkınca şöyle bir göz atarım.

İki gecedir Dan Brown uyarlamalarını izliyorduk. Ben daha önce defalarca izledim, izlemelere doyamadım. Kitapları ona keza. Ama Yaşar, bir türlü izlemek istemedi, uzak durdu. Kitapları da okumadı. Popüler olanı sevmez Yaşar. Sanırım filmler hakkında çok tantana yapılınca uzak durmayı seçti.

Bu kez itiraz etmedi. Çok da büyük keyif aldı. Cehennem’i de bu gece izleyelim bari.

Geceleri kaçıyoruz. Filmlere kaçıyoruz, kitaplara kaçıyoruz. Ülkenin hallerine bakıp delirmemek için bulduğumuz çare bu.

 

Çay tedavisi iyi geliyor galiba. Gözümde bir rahatlama var.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...