Söylemesi ayıp, Yaşar mercimekli köfteyi sever. Köfte yapacağımı söylediğimde sevindi. Belli etmez ama ben seziyorum.
Eskilerin dediği
gibi, benim elim elimi tutmaz. … Yaptığım yemeklerin asla birebir aynısını
yapamam. Dilerim bu da güzel olur, diyerek başlıyorum işe.
Önce müzik…
Destanlaşan Türküler…İlk üç beş türküyü aklım yemekteyken dinliyorum. Çok güzel
türküler, olağanüstü yorumlar.
Yemeğin
hazırlıkları tamam, sonrası kolay. Müzik dinlerken yaptığım yemeklerin güzel
olduğuna inanıyorum.
Ben türküleri çok
severim. Çocukluğumdan beri böyle. Annem sanat müziği söyler ve dinlerdi,
türkücü olan babamdı, severdi türkülerimizi. Söyleyemezdi, beceremezdi ama çok
severdi.
“Ankara’da Yedim
Taze Meyveyi” türküsünü bir başka severdi. Bir de “Ham Meyveyi Kopardılar
Dalından” türküsü vardı. Bir keresinde radyoda bu türküye eşlik ederken, annem
dalga geçmişti. Babacığım, hemen susmuş ama sonra bu türküyü sadece dinlemekle
yetinmişti.
Belki de çok sonraları,
sanat müziğine mesafeli oluşum hem “saray müziği” ne duyduğum sınıfsal bir
tepkiden hem annemin babamla masumca şakalaşmasının içimde bıraktığı kekremsi
tattan kaynaklandı, bilmiyorum.
Ama hakkını
vermeliyim, annem çok güzel söylerdi. Eşsiz bir kulağı vardı. En zor şarkıları
hiç detone olmadan, her bir notayı doğru basarak billur gibi sesiyle öyle bir
okurdu ki…
İlk okul dördüncü
sınıftayım. Annem evimizin upuzun “tahtalısında” bir yandan çamaşır yıkıyor,
bir yandan da şarkı söylüyor.
Evimizin bulunduğu
çıkmaz sokağın diğer yakasında Asumangil oturur. Asuman benim can arkadaşım. Annesi
bana seslendi: “Hülya, Bayrak mı, Meteoroloji mi, şarkı nerede çalıyor?” Ben
avazım çıktığı kadar bağırıyorum, hem komik bulmuşum hem gururluyum, “Teyze,
annem söylüyor, radyo kapalı.” Anneciğim çoktan susmuş bile, utanmış canım
benim.
Eskiden sık sık
elektrikler kesilirdi, bilirsiniz. Annemin hiç nazlanmadan bize konserler
verdiği o karanlık akşamları ne çok severdik. Babasız akşamlar, babasız yıllar.
Ama o karanlık akşamlarda öğrendik birbirimize tutunmayı. 7 kardeş, yedi can ve
eteğini tuttuğumuz annemiz.
Böyle kendimi
müziğe kaptırmış, beynimin dört bir tarafından akın eden anılarla yüreğim
incelmiş köfte yapıyorum. Tuhaf… Müzik, anılar ve köfte…
Türkünün ilk
notası kulağıma çalınır çalınmaz başımı kaldırdım. Sıra Kırklar Dağı’nın
Düzü’ne gelmiş bile. (Suzan Suzi) Beni darmadağın eden bir türküdür bu. Zaten
bu albümlerde, adı üstünde destanlaşmış türküler var, her biri diğerinden
üstün. Ama bu… Yorumcunun da katkısı elbette var.
İşi bıraktım,
dışarıya baktım.
Karşıdaki
apartmanla bizim aramızda bembeyaz kelebekler uçuşuyor, lapa lapa…
Haydaaaa…
Türkünün hüznü
yerini akıl almaz bir sevince bırakmaz mı? Nasıl güzel yağıyor, inanılır gibi
değil. Balkona çıktım, pencereyi açtım, yarı belime dek dışarı sarktım. Kar
tanelerinin yüzüme, kollarıma düşmesinin tadını çıkarıyorum. Göğe bakıyorum,
kanatlanmış gibi kocaman tanecikler uçuyor yukarıda.
Üşüdüm, işimin başına
döndüm.
Sarı Gelin türküsü öyküsüyle geldi göz pınarlarıma yerleşti. Ağlamaklıyım. Göz ucuyla dışarıya bakıyorum. Kar taneleri irileşti.
“Seni vermem ellere leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman suna yarim
Niceki bu canımsa ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yârim”
Bir anda her bir
kar tanesi annesinin sevdiceğinden koparıp aldığı Sarı Gelin’in sevdiği gencin
ahına, ilenmesine dönüştüğünü duyumsadım. Sonra hemencecik kovdum o duyguyu.
Saf, temiz, masum
kar taneleri…
İçimde baharlar
açtıran kar taneleri…
Şairi şairliğinden
utandıran türküler, bu toprağın insanının öyküsü olan türküler art arda kar
taneleri gibi düşüyor yüreğime. Saf, temiz, gerçek, yalın, çırılçıplak… Gizlisi
saklısı olmadan.
Anılar…
Türküler..
Mercimek köftesi
bitti…
“Şairim,
Zifiri
karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak
seslerinden tanırım.
Ne
zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden
utanırım.
Şairim,
Şiirin
gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum,
Türkülerle
yunmuş yıkanmış dilim,
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.”
Bedri Rahmi’nin
dediği gibi, türküler bizi arındırıyor.
İnsan yüreğinin ve
belleğinin ne zaman, neyi, nasıl yapacağı bilinmez. Hiç ilgisi yokmuş gibi
görünse de tutar köftenin yanına duyguları koyar, anıları koyar, yaşamı koyar.
Bütün yalınlığı ve gerçekliği ile yaşamı…
Kar hala yağıyor,
tutacak gibi. Dilerim sabaha bembeyaz bir merhaba deriz.
(Bu arada itiraf
etmeliyim, köfte çok güzel olmuş.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder