"İnsanoğlu çiğ süt emmiş." derdi eskiler.
Bu, anne sütünü hor görme, aşağılama anlamında değil de insanoğlunun çiğliği, olgunlaşmamışlığı ile ilgilidir.
Hem çiğdir hem çiğliğini bilmez de kendini dünyanın merkezine kor.
"Küçük dağları ben yarattım, büyükler dedemden kaldı."
Ego, ben merkezcilik, narsisizm, kibir…
Bu insanoğlunun şiiri ve daha sonra da müziği yaratmış olabileceğine inanmak güç.
Bana kalırsa şiir doğanın içindedir; havadadır, sudadır, topraktadır... En çok da toprakta; tek bir ağaçta, ormanlarda, dağların doruklarında, bir uçurumun kenarında açıvermiş bir top sarı çiçekte örneğin.
Kuşların sesinde, bir aslanın yelesinde, bir ceylanın ürkekliğinde, rüzgâr kavak ağaçlarını bir o yana bir bu yana yatırırken çıkan seslerde şiir vardır.
Kimbilir hangi koyakta toprağın yumuşak yüzünü aralayıp dışarı sızıvermiş pınarın önünü açtığı, başka kaynaklardan, eriyen kar sularından beslenen bir dereciktedir şiir.
(O çiğ süt emen insancıkların, setlerle, santrallerle, madenlerle ömrüne kastettikleri derelerin şimdilerde şiiri tükendi.)
Doğa tarafından insanoğluna armağan edilmiştir şiir.
Şiir yeryüzünü şöyle bir dolanmış, konaklayacağı insanları kendi seçmiş, ruhları sağaltmış, saflaştırıp berraklaştırmış, gönüllerde kendi saltanatını kurmuş. Doğadan kendine yoldaş olarak aldığı müziğe koşmuş kendisini.
İnsanlar çağlar öncesinden çağlar sonrasında rüzgâr kanatlı şiirin ezgisiyle yoğrulmuş, pişmiş, tatlanmış.
Çiğ kalan, yüreği kömür karasından beter karanlık insanların şiirle işi olmamış.
Şiiri sevmeyince uçurumun kenarında açan bir top sarı çiçeğin büyüsü işe yaramamış, yolup atmışlar.
Derelerin şırıltısından nefret etmişler.
Bir damlacık eti için kuşları avlamışlar.
Para için, üstelik devlet eliyle ceylanlara vur emri çıkarmışlar.
Ormanları yakmışlar. Kaplumbağalar çıra gibi yanmış yok olmuş ama karanlık yürekleri titrememiş bile.
Sevmeyi unutmuşlar; evlat babasını egosu kadar sevmiş. Baba evladı geleceğe yatırım gibi görmüş.
Yönetenler, egemenler insandan nefret etmişler. Keseler şiştikçe vicdan, adalet duygusu küçülmüş, yok olmuş.
Şiir konduğu gönüllerde direnmeyi sürdürüyor. Müzik de öyle…
Ne yasaklar ne engeller şiirle ve müzikle yunmuş yıkanmış gönüllerden, akıllardan sözü ve sesi söküp alamaz.
Akıl düşünecek, yürek besleyecek, dil söyleyecek…
Şiirle direnmeyi, sevmeyi, ağlamayı, gülmeyi, isyanı, yaşamayı ve ölmeyi öğrenmiş bir yüreğin zalime eyvallahı yoktur.
Şiir daha çağlarca, dünya durdukça rüzgâr kanatlı sözlerle, ezgilerle var olacak.
Şiirli yürekler direnmeye devam edecek. Annelerin kucağında, çocukların masumiyetinde, dostların gözlerinin içinde, kardeşlerin sevgisinde, alın terinde, emekte, sevgiyle dokunulan her şeyde şiir yaşayacak…
Ama zalim er geç yok olacak. İnanıyorum, biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder