1 Şubat, akşam
saatleri
Bugün kuaföre
gittim.
Yediden yetmişe
her kadın kuaföre gittiğinde kendini iyi hisseder. Bütün sıkıntılar bir
süreliğine geride kalır. Saç kestirmek bile bana iyi gelir.
İçeri girdiğimde
Nurcan meşguldü. Selamlaştık. Randevu saatim geçiyordu ama aldırmadım. İşi
yarım bırakacak hali yok nasılsa. Bekle ve sohbetin tadını çıkar. Diğer müşteri
de sohbetin içinde. Kuaför sohbetleri güzeldir.
Sıra bana geldi.
Arkada iki müşteri konuşmaya devam ediyorlar. Çocukları, çocukların okulu,
“hangi okulda, hangi öğretmen” değerlendirmeleri…
İlgimi hiç
çekmeyen bir alana kaydı konuşma. Derken demin konuştuğumuz kadın “Erkek
çocukları zekidir. Bu yüzden çok çalışmazlar. Ama kız çocuklarının kafaları
basmadığı için çok çalışmak zorundadırlar.” demez mi? O çocukların dersleri,
iyi öğretmen konusu nasıl oldu da kızların aptal oldukları için çok çalışmaları
gerektiğine geldi, anlamadım.
Bir anda kanımın
beynime hücum ettiğini söylemeliyim.
Çok yüksek sesle,
açıkçası bağırarak kadına, yanıldığını, böyle bir sonuca nereden vardığını,
hangi bilimsel çalışmaya dayanarak bunu söylediğini, kadınların zekalarını
küçümseme hakkını nereden aldığını sorarken buldum kendimi.
Kadın, sakince
“Ben öğrenciyken çok çalıştım. Kendimi paralardım. Anlamadığım için herkesten
on kat fazla çalıştım. Kendimden örnek veriyorum.” diyor.
“Ben pek
çalışmazdım. Dersi dinler, varsa ödev yapardım, o kadar. Ama başarılı bir
öğrenciydim. Genelleme yapamazsınız.” diyorum.
Sonra, gene o
agresif ses tonuyla uzunca bir nutka giriştim.
Kadın çok sakin ve
saygılı. Bunu farkına varır varmaz sustum. Konuşmasına fırsat vermediğimin de
ayırdına varınca yanaklarım yanmaya başladı.
Göğsümün üstünde
bir ağırlık… “Kusura bakmayın, benim çok duyarlı olduğum bir konudur bu, çok
sert konuştum, sizi kırmadım umarım.” gibisinden bir şeyler geveledim.
İşim bitti.
Alışveriş arabamı alıp çıktım. Yandaki markete geçtim. Listeme bakarak
alışveriş yapmaya çalışıyorum ama kendi sesim kulaklarımda. Göğsümün üstündeki
ağırlık bastırdıkça bastırıyor. Listede yazılanları göremiyorum. Durdum, birkaç
kez derin derin nefes aldım. Sıkıntımın geçmesini bekledim.
Alışverişi
tamamlayıp çıktım, doğruca kuaföre girdim tekrar. Kadından, orada bulunanlardan
tekrar özür diledim. “Kalbimin ağrısından alışverişi zor yaptım.” deyince
boynuma sarıldılar. Neredeyse ağlayacağım.
Evet, her gördüğüm
yanlışın üstüne giderim, Don Kişot gibi yel değirmenlerine saldırdığım da çok
oldu. Evet, sözümü esirgemem. Çok densize çok verip veriştirmişimdir.
Kimi zaman öfkemi
kontrol edemediğim de olmuştur.
Ama bu…
Bu kez farklıydı.
Tepkim çok aşırıydı, acımasızdı, çok faşistçeydi. İçimi acıtan da kendimi böyle
düşünmek oldu.
Ben oldum bittim
yoğun empati yapabilen biriydim. Önce insanları anlamaya çalışırdım. Ne ara bu
hale geldim?
Keyifle başladığım
kuaför maceram böyle bitti.
Eve geldim.
Yaşar’a hiçbir şey anlatmadım. Duygularımın sağalmasını bekledim
***
2 Şubat, gece
Öğle saatlerinden
beri içimde, durmadan “Hadi yaz, yaz, yaz.” diyen sesi susturamadım.
Ayın ikisi…
Annemin maaş günü… Anacığımın parasını çekeceğim, bazı istekleri vardı, onları
alacağım.
(Emekliler yılıymış,
emeklilere müjdeymiş. Sevsinler… Annemi 9000 liraya mahkûm eden kim varsa
anamın ahında boğulsun; benim, bütün emeklilerin acısı onlara dermansız dert
olsun.)
Otobüs sürücüsü
arka kapıyı açtı bana. Basamak yüksek. Çıkmakta zorlandım. Arkada ayakta
yolculuk eden biri “Tut elimi ablam.” dedi ve beni yakaladığı gibi içeri çekti.
Hemen iki üç kişi
ayağa fırladı, yer verdiler ama otobüs aniden hareket edince bir korku
atlattım. Ben daha ne olduğunu anlamadan kadın erkek dört beş kişi beni
kucaklayıp koltuğa oturttular.
Teşekkürlerimi
cömertçe saldım ortalığa.
Bende bir keyif,
bir sevinç, bir mutluluk… Bir an Elf kraliçesi olduğumu düşündüm.
Güzel insanlar,
sevgili insanlar, umudum ve sevincim insanlar…
Annem nane şekeri
tiryakisi. Ben alıştırdım ona. Bayram şekerlerini alırken birkaç paket de nane
şekeri almıştım; odur budur tiryaki oldu çıktı.
Listenin başında
nane şekeri var.
Tulum peyniri
alırken gözüm pastırmaya ilişti. Fiyatını sordum, 200 gramının ne kadar
tutacağını hesaplattım. Of of offff… Güldüm.
“Hayırdır hocam,
niye güldün?” diye sordu satıcı.
“Göz gördü, gönül
çekti ama emeklinin zavallı cüzdanı azap içinde.” dedim.
“Milleti bu hale
getirdiler Hocam. Allah belalarını versin.” dedi.
Şöyle yürekten
kallavi bir “Âmin.” çektim.
Listeyi tamamlayıp
alışverişi bitirdiğimde Elf kraliçesinden geçtim, padişahın ahır uşağı kadar
bile hükmüm yoktu artık. Harcadığım para giderken bütün havamı da aldı gitti.
Şehrin göbeğinde,
yoğun trafikte yaya geçidinin bittiği noktaya merdivenli koca kamyonu çekip
billboardlara AKP adayının reklamını
asan düşüncesiz görevliye çıkıştım. Yaya geçidi geçici olarak geçilmez olmuş.
Adam bir şeyler söyledi, anlamadım. İyi ki kulaklıklarımı takmamışım, iyi ki
anlamadım.
Dön geri… İnim
inim inleyen bacaklarla aşağı geçide dek yürü…
Aklımdan gün yüzü
görmemiş küfürler, beddualar sağanak gibi geçiyor.
Artık bir paryayım.
Durağa gitmekten
vazgeçtim. Taksiye bineceğim. Yorgunum, ayaklar, dizler yorgun, kafam hem
yorgun hem karışık.
Annemin evinin
önüne dek hiç konuşmayan şoför, “Burada mı oturuyorsunuz?” dedi. “Annemi
ziyarete geldim.” dedim.
Şaşkın… Ama az buz
değil, gözlerini iyice açmış bana bakıyor. “Siz bu yaştasınız, anneniz daha
yaşıyor mu?” demez mi?
Normal biri bunu
hakaretten sayar; iyi ki normal değilim.
“Yaşıyor, binlerce
şükür, ömrü uzun olsun, yaşıyor tabi.” dedim. “Ben bu sitede 13 yıl oturdum,
yapılışını bilirim. Anneniz beni mutlaka tanır.” diyor, taksinin kapısı açık, durduk
sohbet ediyoruz.
O bitkin
bacaklarla merdivenlere asılırken baktım ki bir süreliğine aklımı ve yüreğimi
terk eden iyimserlik derinden hınzırca bana gülümsüyor.
Yeniden Feride
oldum.
Kapıyı açmış,
kaygıyla merdivenlerden çıkmamı bekleyen annemin cıvıltısı… Özlemle
sarılışımız, anamın kokusu… O hasta ve yorgun haliyle benim için pişirdiği
keşkeğin tadı…
Ben annemin Elf
kraliçesiyim.
***
İşte peşpeşine iki
gün.
Yaşamla ilgili ne
söylenmişse az söylenmiştir. Yaşam dediğin insandan başka nedir ki? Olduran da
öldüren de odur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder