Yıllardır zambak olarak bildiğim bu çiçeğin adının "süsen" olduğunu öğrendim. Okuduğum romanlarda, öykülerde, şiirlerde adı geçen ve bende gizemli, egzotik çağrışımlar uyandıran süsen çiçeğinin, bildiğim zambak olduğunu öğrenmek canımı sıktı. Yüzüklerin Efendisi'nde yüzük kardeşlerinin yolu üzerinde sıksık ortaya çıkar bu çiçek. Tolstoy da sever bu çiçeği. Önleyemediğim merakım yüzünden süsen romantizmini yitirdi, mezarlık çiçeğine dönüştü. Aslında zambak olarak da severim bu bitkiyi, kokusuna bayılırım. Eskiden Eyüp Sabri zambak kolonyası üretirdi. Küçük şık şişelerde uçuk eflatun rengiyle çok hoş görünürdü. Hele kokusu, hele kokusu. Antakya’da, gördüğüm zambakları koparıp vazoya koyduğumu gören arkadaşlarım; "Bırak şu mezarlık çiçeğini." demişlerdi. Gerçekten de Hatay Reyhanlı’da mezarlıkta ot yerine zambak biterdi. O zamanlar buna çok şaşırdığımı anımsıyorum. Bir şiir okurken, süsene bir kez daha rastlamak, sonra internette görsellerde süseni aramak ve değişik renklerde, çok güzel ama gerçek yaşamda zambak olarak bildiğim çiçeği bulmak. Düşsel çiçeğim süsen, nasıl da zambağa dönüştü. Ah önleyemediğim merakım... Galiba öğrendikçe düşlerimizden ve coşkularımızdan uzaklaşıyoruz.
Blogdaki yazılarım öncelikle benim içimi dökme, düşüncelerimi dışa aktarma yolumdur. İlle okunsun diye bir beklentisi yoktur. Okunursa da mutlu olurum.
17 Kasım 2012 Cumartesi
SÜSEN - ZAMBAK
Yıllardır zambak olarak bildiğim bu çiçeğin adının "süsen" olduğunu öğrendim. Okuduğum romanlarda, öykülerde, şiirlerde adı geçen ve bende gizemli, egzotik çağrışımlar uyandıran süsen çiçeğinin, bildiğim zambak olduğunu öğrenmek canımı sıktı. Yüzüklerin Efendisi'nde yüzük kardeşlerinin yolu üzerinde sıksık ortaya çıkar bu çiçek. Tolstoy da sever bu çiçeği. Önleyemediğim merakım yüzünden süsen romantizmini yitirdi, mezarlık çiçeğine dönüştü. Aslında zambak olarak da severim bu bitkiyi, kokusuna bayılırım. Eskiden Eyüp Sabri zambak kolonyası üretirdi. Küçük şık şişelerde uçuk eflatun rengiyle çok hoş görünürdü. Hele kokusu, hele kokusu. Antakya’da, gördüğüm zambakları koparıp vazoya koyduğumu gören arkadaşlarım; "Bırak şu mezarlık çiçeğini." demişlerdi. Gerçekten de Hatay Reyhanlı’da mezarlıkta ot yerine zambak biterdi. O zamanlar buna çok şaşırdığımı anımsıyorum. Bir şiir okurken, süsene bir kez daha rastlamak, sonra internette görsellerde süseni aramak ve değişik renklerde, çok güzel ama gerçek yaşamda zambak olarak bildiğim çiçeği bulmak. Düşsel çiçeğim süsen, nasıl da zambağa dönüştü. Ah önleyemediğim merakım... Galiba öğrendikçe düşlerimizden ve coşkularımızdan uzaklaşıyoruz.
27 Ekim 2012 Cumartesi
KEMERHİSAR'DA DEMOKRASİ KAZANDI
KEMERHİSAR’DA DEMOKRASİ KAZANDI
27 Ekim 2012 Cumartesi günü, uzun, çok uzun bir
aradan sonra Niğde’nin Kemerhisar Beldesinde demokrasi büyük bir zafer kazandı.
Cumhuriyet Halk Partisi, bu beldede uzunca bir süre
elinde tuttuğu belediye başkanlığını son iki dönemde AKP’ye vermişti. Vermişti
diyorum çünkü altın bir tepsi içinde adeta sunulmuştu. Siyasi anlamda bir sürü
hata yapılmış ve sonuçta böyle bir hezimet yaşanmıştı.
Oysa bugün, CHP’nin, içtenlikle yanlışlıkları
görüp, hataların üzerine gittiğini gördük.
Halk olmadan siyaset yapılamayacağı,
masa başı pazarlıklarının, dar alanda kısa paslaşmaların siyasette yerinin
olmadığı görülmüş.
Erdemli ve samimi bir yaklaşımla yapılması gereken
yapıldı.
Belediye başkanlığı için kamuoyu yoklaması yapıldı.
Beş aday vardı.
Demokrasi kazandı, Kemerhisar kazandı.
Başından sonuna dek bu yarışı izlemeyi iş edindim.
Öncelikle katılımın çok fazla olduğunu söylemem
gerek. İnsanlar mutluydu. Beş adayın destekçileri vardı elbette, ancak konuşmadan
adaylarını anlayamıyordunuz. Herkes kolkola, hiçbir gruplaşma yok, ters
bakışlara rastlayacak mıyım diye yüzleri tek tek inceledim, gördüğüm sadece
sevinçli bir heyecan oldu.
CHP sağol, hep böyle ol.
Ben başka mutluluklar da yaşadım bu arada. Yıllardır
görmediğim sevgili eski öğrencilerimi gördüm. Suat, Yaşar, Refik ve diğerleri,
sevgili öğrencilerim. Bir bardak çaya geçmişi katık yapıp konuştuk. Ne güzel
gençlerdi, ne güzel insan olmuşlar.
Gönendim.
Not: Bir saptama ve çok ama çok küçük, dostça bir
eleştiri:
Keşke yöneticiler bütün adaylara AYNI MESAFEDE
dursalardı.
SONUÇLAR AÇIKLANIYOR.
TAM 6 SANDIKTA 1800 KİŞİ OY KULLANDI.
OY KULLANMAK İÇİN BEKLEYENLER...
SONUÇLAR BEKLENİYOR.
YÜZLERDEKİ KEYFİ SİZ DE GÖREBİLİRSİNİZ.
17 Ekim 2012 Çarşamba
Feride'nin Kısırı
Ailemin ve dostlarımın çok sevdiği, tarifini istedikleri özel kısır tarifimi paylaşıyorum.
MALZEMELER – 4 kişilik
1- Köftelik
bulgur – iki su bardağı dolusu
2- Domates
salçası – iyice dolu bir çorba kaşığı
3- Biber
salçası – “ “
“ “ “
4- Domates
– rendelenmiş iki adet
5- Bir
orta boy kuru soğan
6- Sarımsak
– en az beş diş
7- Karabiber
– iyice dolu bir çay kaşığı
8- Yenibahar
- iyice dolu bir çay kaşığı
9- İsot
- iyice dolu bir yemek kaşığı
10- Acı pul
biber – arzuya bağlı olarak en az iyice dolu bir tatlı kaşığı
11- Kimyon
- iyice dolu bir çay kaşığı
12- Kuru
nane –bir tatlı kaşığı
13- Yeterince
tuz
14- Bir miktar
sıcak su
15- İki limonun
suyu
16- Nar ekşisi
– yeteri kadar (arzuya bağlı olarak en az yarım fincan)
17- Bir
su bardağı zeytinyağı (arzuya bağlı olarak daha
fazla olabilir, kısır fazla zeytinyağını götürür.)
18- Yeşil
soğan – 10-15 adet
19- Maydanoz
– bir bağ
NOT: Eğer taze naneniz varsa kuru
nane yerine yeşilliklerle birlikte bir avuç taze nane kullanın. Domates mevsiminde
iseniz domates suyuyla ıslatın, yoğurun. İsot ve nar ekşisi bulamazsanız pek
bir kayıp sayılmaz. Limon ve pul biber miktarını artırırsınız.
YAPILIŞI:
1- Ayıklanmış
yeşil soğan ve maydanozu ince ince doğrayın. (varsa taze nane de birlikte)
2- Yoğurma
kabına bulguru koyun. Tepsinin bir kenarında da ince doğranmış kuru soğan,
salça, baharatlar, nane ve tuzu elle iyice karıştırın. Eğer bileğiniz güçlü ise
hiç su eklemeden bulgur ve diğer malzemeyi çiğ köfte gibi yoğurursunuz. Kendinize
güvenemiyorsanız, önceden hazır ettiğiniz sıcak suyla sadece bulguru az ıslatıp
beş-altı dakika bekletip malzemeyi katarak yoğurursunuz. Arada ıslatmak için
rendelenmiş domatesi eklersiniz. Bulgur yumuşamaya başladığında limon ve nar
ekşisi eklenip karıştırılır. Sonra zeytinyağı eklenir ve karıştırılır. Tadına bakar,
damak zevkinize göre eksiklikleri tamamlarsınız. En son olarak maydanoz ve
yeşil soğan eklenir, yoğurmadan iyice karıştırılır.
Kısırımız çiğ köfteden yumuşak olması
gerektiği için yoğururken soğuk su eklenebilir. Çünkü bulgurların niteliği
farklı olduğundan kimi geç yumuşuyor ve katı oluyor.
3- Tabanına
marul döşediğiniz servis tabağına boşaltın ve servise hazırlayın.
4- Yanında
marul, turşu, mevsim salatası, doğranmış domates, salatalık gibi malzemelerle
birlikte afiyet olsun. Ayran da çok iyi gider, unutmayın.
NOT: Bu, melez bir tariftir ve tümüyle bana
aittir. Lezzetinin de farklı olduğunu göreceksiniz.
12 Eylül 2012 Çarşamba
Anneannem, kötülerin kolay kolay ölemediklerini, sürüm sürüm
süründüklerini söylerdi.
Buna inanmak istiyorum. Kenan Evren’in ve onun bütün
işkencecilerinin, hastalığını bahane ederek mahkemeye göndermeyenlerin ölümü de
böyle olsun istiyorum.
O yaşını büyüterek Erdal Eren’i astı, onun da yaşı küçültülüp
asılsın istiyorum.
Hastaymış, tedavisi hemen kesilsin istiyorum. Kanserli
aydınlara yutdışında tedavi izni vermediği için.
Anneannem, beddua etmemi hiç istemezdi. Günah olduğunu
söylerdi.
Kusura bakma anacığım, ben bu günahı işleyeceğim.
Bir de Kenan Evren’in yargılanacağını sanarak referandumda
evet oyu kullananlara da kallavi bir “selam!” gönderiyorum. Sonlarının aynı
olmasını diliyorum.
Neylersin elimden yalnızca bu geliyor.
Kanayan yüreğimi her 12 Eylülde böyle soğutuyorum.
6 Eylül 2012 Perşembe
DOKUNMALAR
Eski Türk Edebiyatı Öğretmenimiz Nazik Erik “ölmüş”.
“Ölmek” sözcüğünü bilerek kullandım. Nazik Hanım, bir keresinde, ölmek sözcüğünü kullanan bizlere çok kızmıştı. Eskilerin; “uçmağa varmak, hakka ermek, vefat etmek, ışığı sönmek, aramızdan ayrılmak” gibi sözleri kullandığını söylemiş ve eklemişti:
“İnsan aziz bir varlıktır. Ölüm bir son değildir. Böyle kupkuru bir sözcükle “Bardak kırıldı.”dercesine bir insanın ölümünü haber vermek, ölülerimize hakarettir. Ölülerimizin hayırla yad edilmesi gerekir.”
Onun bu idealist yorumunun bir bölümüne katılmasam da ne demek istediğini çok iyi anlamıştım.
“Sözcüklerin gücü”nden söz ediyordu. Ağzımızdan çıkan her sözün taşıdığı anlamın dışında olağanüstü bir büyüsü olduğundan.
Sevgili Hocam oldukça uzun yaşadı ama dolu dolu yaşadı, nurlar içinde yatsın.
Masallardaki sihirli değneklerden, sihirli kılıçlardan daha etkilidir sözcükler. Sözcüklerin çağrışımı o denli derindir ve insan zihni o denli sınırsızdır ki bir sözcükle bir insanı teslim alabilirsiniz.
Bilinçaltında yüzyıllardır bu gerçeği saklar dururuz. Bir illüzyonistin “abra kadabra, hokus pokus” gibi anlamlandıramadığımız sözcüklerin gücünü nasıl kullandığını anımsayın. Bu sözcüklerin bizde olağanüstü bir beklenti yarattığını farkındayız elbette.
Peki, bu büyüden habersiz olanlar…
İşte onlar Yılmaz Özdil’lik vakalar. Yani ağzı ishal olanlar.
Afyon’da cephane deposunda patlama oldu.
Bir bakan “Bunlar Hindistan’da da Pakistan’da da oluyor.” dedi.
Bir süredir bağırsak sıkıntısı yaşıyorum. Bu nedenle ishal oldum mu seviniyorum. Bu durumun en nefret ettiğim yönü klozet berbat oluyor. Temizlemekten nefret ediyorum, tiksiniyorum.
Ortalık kirlendi. Kimse temizleyemeyecek, şehit yakınları daha fazla üzülecek.
Eskiler “Gırtlak dokuz boğum.”derler. Yani söz söylemeden dokuz kez düşünmek gerekirmiş. Doğru da…
Lafını esirgemek anlamında değil elbette.
Öyle durumlar olur ki susmak cinayettir. Dokuz boğumla ilgisi yoktur, bahanesi de yoktur. Bahanesi kıvırtmaktır.
Hürriyet yazarı Taha Akyol'un dünkü yazısının girişinde kaleme aldığı cümleye ad koymak artık sizin ferasetinize ve geniş söz dağarcığınıza kalmış.
Taha Akyol “SAYIN Başbakan'a önce şunu belirteyim, AKP diye yazmamda bir kasıt yoktur. Yazımın başlığı tek satır olsun diye öyle yazdım.”satırlarıyla bir yalakanın ne kadar ileri gidebileceğini göstermiş. İnsan o yaşta, daha nasıl bir “baht” peşinde koşar ki?
Dün geceden beri ülke alt üst durumda. Bütün haberlerde o patlama. Olmasın mı? Elbette olacaktı. Ama kendilerine ciciş adını veren soytarılarla, onların yarışma programlarını nasıl karıştırdıklarıyla ilgili haberi aynı sayfada görmek insanın içini acıtıyor. Bu ucubeler aptal sarışını oynayarak milleti oyalayıp malı götürürken adam gibi adam olan milyonlarca genç işsiz; atamaları yapılmıyor, üniversite kapılarında sıra bekliyor. Onların anneleri de cicişleri izleyip oyalanıyor işte. Ne ironi ama.
Hayatımız ironi oldu.
ÖZÜR
Dokunmalar 2 başlıklı yazıda bir terslik oldu, nasıl oldu bilmem ama yazının karakteri yüzünden büyük harflerle yayınlandı. Kaldıramadım da. Ben yeniden yayınlamak istiyorum.
DOKUNMALAR 2
Eski Türk Edebiyatı Öğretmenimiz Nazik Erik “ölmüş”.
“Ölmek” sözcüğünü bilerek kullandım. Nazik Hanım, bir keresinde, ölmek sözcüğünü kullanan bizlere çok kızmıştı. Eskilerin; “uçmağa varmak, hakka ermek, vefat etmek, ışığı sönmek, aramızdan ayrılmak” gibi sözleri kullandığını söylemiş ve eklemişti:
“İnsan aziz bir varlıktır. Ölüm bir son değildir. Böyle kupkuru bir sözcükle “Bardak kırıldı.”dercesine bir insanın ölümünü haber vermek, ölülerimize hakarettir. Ölülerimizin hayırla yad edilmesi gerekir.”
Onun bu idealist yorumunun bir bölümüne katılmasam da ne demek istediğini çok iyi anlamıştım.
“Sözcüklerin gücü”nden söz ediyordu. Ağzımızdan çıkan her sözün taşıdığı anlamın dışında olağanüstü bir büyüsü olduğundan.
Sevgili Hocam oldukça uzun yaşadı ama dolu dolu yaşadı, nurlar içinde yatsın.
Masallardaki sihirli değneklerden, sihirli kılıçlardan daha etkilidir sözcükler. Sözcüklerin çağrışımı o denli derindir ve insan zihni o denli sınırsızdır ki bir sözcükle bir insanı teslim alabilirsiniz.
Bilinçaltında yüzyıllardır bu gerçeği saklar dururuz. Bir illüzyonistin “abra kadabra, hokus pokus” gibi anlamlandıramadığımız sözcüklerin gücünü nasıl kullandığını anımsayın. Bu sözcüklerin bizde olağanüstü bir beklenti yarattığını farkındayız elbette.
Peki, bu büyüden habersiz olanlar…
İşte onlar Yılmaz Özdil’lik vakalar. Yani ağzı ishal olanlar.
Afyon’da cephane deposunda patlama oldu.
Bir bakan “Bunlar Hindistan’da da Pakistan’da da oluyor.” dedi.
Bir süredir bağırsak sıkıntısı yaşıyorum. Bu nedenle ishal oldum mu seviniyorum. Bu durumun en nefret ettiğim yönü klozet berbat oluyor. Temizlemekten nefret ediyorum, tiksiniyorum.
Ortalık kirlendi. Kimse temizleyemeyecek, şehit yakınları daha fazla üzülecek.
Eskiler “Gırtlak dokuz boğum.”derler. Yani söz söylemeden dokuz kez düşünmek gerekirmiş. Doğru da…
Lafını esirgemek anlamında değil elbette.
Öyle durumlar olur ki susmak cinayettir. Dokuz boğumla ilgisi yoktur, bahanesi de yoktur. Bahanesi kıvırtmaktır.
Hürriyet yazarı Taha Akyol'un dünkü yazısının girişinde kaleme aldığı cümleye ad koymak artık sizin ferasetinize ve geniş söz dağarcığınıza kalmış.
Taha Akyol “SAYIN Başbakan'a önce şunu belirteyim, AKP diye yazmamda bir kasıt yoktur. Yazımın başlığı tek satır olsun diye öyle yazdım.”satırlarıyla bir yalakanın ne kadar ileri gidebileceğini göstermiş. İnsan o yaşta, daha nasıl bir “baht” peşinde koşar ki?
Dün geceden beri ülke alt üst durumda. Bütün haberlerde o patlama. Olmasın mı? Elbette olacaktı. Ama kendilerine ciciş adını veren soytarılarla, onların yarışma programlarını nasıl karıştırdıklarıyla ilgili haberi aynı sayfada görmek insanın içini acıtıyor. Bu ucubeler aptal sarışını oynayarak milleti oyalayıp malı götürürken adam gibi adam olan milyonlarca genç işsiz; atamaları yapılmıyor, üniversite kapılarında sıra bekliyor. Onların anneleri de cicişleri izleyip oyalanıyor işte. Ne ironi ama.
Hayatımız ironi oldu.
24 Ağustos 2012 Cuma
DOKUNMALAR
Bir
yarışma programı var, millet bayılıyor: “Ben Bilmem Eşim Bilir”
Kadın
ve erkekler birbirlerine riyakârca “Aşkım, aşkım” diye salya sümük tezahürat
yaparken bir anda yarışan eş hata yapıyor ya da başarılı olamıyor. Diğer eş az
önce “aşkım” diye bağırdığı hayat arkadaşına bu kez “ oohaaa” diye bağırıyor.
Üzerlerindeki cila bir anda dökülüyor. Hani meşhur deyişle 70 milyonun önünde
eşine “oha” demek çok normalmiş gibi yarışma devam ediyor.
Ne
mene bir yarışma olduğunu merak etmiştim, izledim, bitti.
Geçen
yıl bir öğrencim bana bir ileti gönderdi. Şöyle yazıyordu: “nbr hcm” Yanıt
vermedim doğal olarak ama üzüldüm, kendimi suçladım. Sonra “Kendine haksızlık
etme, etrafına bir bak, suçun tümü sende değil.”diyerek avundum.
Okullarda
yazma çalışmaları yapmaya zaman yok. Öğrenciler için varsa yoksa sınavlara
hazırlanmak. Talep bu.
Kitap
da yok. Az sayıda öğrenci düzenli olarak okuyor. Hemen hiç biri kendini yazarak
ifade edemiyor.
Teknolojinin
payı da var elbette, ancak bütün kabahat telefon ya da bilgisayarda değil.
Bir
de veliler var. Çoğu çocuklarının neden kitap okuması gerektiğini anlamıyor.
Bunu bir gereksinim olarak görmüyor.
Sistem
zaten bu tür insanlar yaratmayı hedefliyor. Elbirliğiyle sistemin değirmenine
su taşıyoruz.
Hadi
takla at da görelim dendiğinde seve seve takla atacak insanlar geliyor.
18 Ağustos 2012 Cumartesi
CİNNET HALLERİ
Ülkede herkes cinnet geçiriyor.
Sokağa çıkın, bakın. Şöyle insanın içini ısıtan bir
bakışla, gülümseyerek etrafına bakan kaç kişi görürsünüz?
Herkes, her an kavga çıkarmaya, birilerine çatmaya
hazır.
Bakışlar karanlık, öfkeli, suçlayıcı; insanlar
nereden geleceğini bilemedikleri bir tehdit varmış gibi, hep savunmada.
Ben de öyleyim.
Emekli maaşımı ödeyen ama emekli ikramiyemi, “Sistemde
görünmüyor.” gerekçesiyle vermeyen bankanın memurlarına çatıyorum. Haklıyım. Emekli
sandığı “Paranızı gönderdik, gidin alın” diyor, maaşımı alıyorum ikramiye yok. Bankalar
insanları kaz gibi görmekte yani.
Ne yani ben salak mıyım? Salak olmadığımı
bankadakilere gerektiği gibi bildiriyorum ama sonuç değişmiyor. Bankadan elim
boş ayrılıyorum.
Cinnete kaç adım kaldı?
Salı günü ilçenin pazarı. Normal günlerde bile
trafik çok sıkıntılı. Salı günleri işkenceye dönüşür. Pazara gitmek için yola
çıktık. Öğretmen evi civarında belediyenin çöp kamyonu tam önümde, yolun
ortasında durdu. Çöpçüler indiler, hiç acele etmeden kenardaki çöp konteynırını
sürükleyerek getirdiler, kamyona boşaltılar aynı sakin adımlarla. Güpegündüz,
saat tam 10.30. Arkamda onlarca araba birikti. Aynı anda korna çalıyorlar.
Bildiğim bütün küfürler aklıma geliyor, dilimin ucunda, eşimden utanıyorum.
Cinnete kaç adım kaldı?
Aynı gün. Dönüş yolundayım. Kavşakta ters taraftan
tam da yolu ortalayarak bir kadın ve iki çocuk, akan trafiğe aldırmadan,
geçiyor. Tam önümdeler. Durdum, elimle geçin diye işaret yaptım. Kadın eğildi,
birşeyler söyledi, duymadım. Eşime sordum, “Allah belanı versin, manyak.”demiş.
Cinnete bir kaç adım kaldı.
Hastanede sıramı bekliyorum. Birkaç hanım geldiler,
kapının önünde durdular üç-beş saniye. Etrafı şöyle bir süzdüler, sonra
daldılar içeriye. Bekleyenler ayaklandı ama yapacak bir şey yok, döndüler ve
yerlerine oturdular. Beklemeye devam…
Bir buçuk günlük cinnet halleri.
Gazete ve televizyon haberlerini, olanı biteni,
aptal yarışmaları, dizileri saymıyorum bile.17 Ağustos 2012 Cuma
ŞİİR ÜZERİNE
ŞİİR ÜZERİNE
Şiir sanatların en eskisi, bütün sanatların kaynağıdır. Şiir insandır. İnsanın söze taktığı kanattır. Sözün kanatlanmasıdır bütün çağlarda.
Kutsal kitapların dili şiir
dilidir. İnsanoğlunun bütün kutsal metinlerinde şiir vardır. Destanların,
efsanelerin, mitlerin, masalların dili şiirdir. Duaların dili şiirdir. Şiir
tanrısal bir sanattır.
Şiir, doğadır, topraktır. Toprak
gibi doğurgandır. Şiir berekettir insana sunulmuş. Şiir, kıtlıktır insanın
acısı… Şiir yakan kavuran yıldırımdır. Şiir, tepeden tırnağa çiçek açmış bir
badem ağacıdır. Bir uçurum kenarında tek başına ışıldayan sarı çiçektir.
Şiir, kayaların gölgesine sinerek
avını gözleyen bir dağ aslanıdır. Şiir, toprağın özlediği sudur. Bir tavşanın
ürkekliğinde, soylu bir atın kıvraklığında, bir çocuğun annesinin kollarında
duyduğu güvende şiir vardır.
16 Ağustos 2012 Perşembe
ARTIK EMEKLİYİM
MERHABA,
Artık emekliyim.
Ve gönül rahatlığıyla bilgisayarda bir başka uğraş alanı açabilirim kendime.
Sınavlar yok, soru hazırlama yok, sınav kağıtlarını okumak yok, planlar yok, ders hazırlıkları yok, farklılık yaratmak adına kendini paralamak yok, türlü etkinlikler için program hazırlıkları yok, yok, yok... (Bu arada öğretmenlerin pek bir işe yaramadığını düşünen bakanı hayırla (!) yadedelim.)
Niyetim bu sayfalarda okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden güzel yaptığım yemeklere kadar, yaşamla ilgili ne varsa gönlümde ve beynimde, paylaşmak...
Düşüncelerimi ve dilimi hiç bir zaman dizginleyemediğim için pek zor olmayacak sanırım.
Hadi bana kolay gelsin.....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
DÜNDEN BUGÜNDEN
Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...
-
Sevgili yeğenim Bilgesu'nun yazmaya hevesini biliyordum. Arada yazdıklarını okur ve çok beğenirdim. Şiir yazdığını bilmiyordum. Gönd...
-
7’den 77’ye hemen herkesin yaptığı yaygın bir yanlışlıktan söz edeceğim. Eskiler buna galat-ı meşhur derlerdi. Çok yaygın olduğu ...
-
Sevgili Hocam Mazhar Kükey'i 35 yıl sonra yeniden görmek çok güzeldi. Uzun, çok uzun bir ömür diliyorum değerli hocama. Emekli oldukta...
-
Bir akrabam yıllarca önce anlatmıştı. Bahçeli'de kurban keserler. Kendisinin tüm itirazlarına karşın bir dirhem bile dağıtılmayan et e...
-
"Yıl 1962 Ankara’da yayımlanan, hükümet ve düzen işbirlikçisi bir gazete, kendi topraklarında yaşama özgürlüğü elinden alınmış mesn...
-
Nicedir aklımda. "Tanrı" dendiğinde küfür ediliyor sanan, boyuna kadar günaha batacağını düşünen Müslümanlar için "Allah...
-
DİLİM GİYDİRİR BANA KİLİM 1- 24.02.2015 tarihinde Kanal Türk’te akşam haberlerinde, haberleri sunan kişi "aile kabristanlığ...
-
Bugün bir arkadaşım anlattı. Çok öfkeli ve şaşkındı. Kızı 4. sınıfa gidiyor. Öğretmenin verdiği Türkçe dersinden bir ödevle ilgili ann...
-
“BENİM HALİM MEMLEKETİN HALİ.” Bor Devlet hastanesinde, son zamanlarda iki doktora gittim. İlki göz doktoru… Niğde Devlet Hastanesi...
-
Yıllardır zambak olarak bildiğim bu çiçeğin adının "süsen" olduğunu öğrendim. Okuduğum romanlarda, öykülerde, şiirlerd...