MEKTUPLARLA SOLUKLANIRDIK.
Bir zamanlar (oldukça eski
zamanlardı) yaşamımızda “mektup” dediğimiz bir araç vardı.
Alanı da yazanı da çoğu zaman sonsuz
mutluluklara gark eden bir iletişim aracı. Her zaman mutlu etmezdi elbette… Ayrılıklar,
ölümler, hastalıklar, kavgalar, kazalar da hep bu yolla gelirdi bize.
Ama mutluluk, sevinç hanesi ağır
basardı.
Ne aşklar, ne yürek çırpıntıları,
daha ilk sözcüklerde kalbin duruvermesine neden olan ilk gençlik sevdaları…
Evladını askere, okumaya,
çalışmaya, yuva kurmaya gönderen ana babaların, bir dirhem korku, çokça endişe
ve tümüyle sevgi dolu satırları…
Kardeşlerin herkesten saklayıp da
birbirlerine açtıkları yürekleri…
Okuma – yazma bilmeyen ninenin
köy öğretmenine, kendi sözcükleri ve üslubuyla dikte ettirdiği özlemi…
Okuma - yazmayı askerde öğrenen
Mehmet’in “Evvela selam eder…”düzenindeki sevinç, özlem, buram buram içtenlik kokan
mektupları…
Okullarda bir mektubun nasıl
yazılacağı konusunda saatler süren bilgiler verilir, kurallar anlatılırdı.
Ama kimse uymazdı bu kurallara,
uyamazdı. Çünkü mektup akılla değil, yürekle yazılırdı. Gönlümüzden kopup gelen
duyguların da sınırı, kaydı şartı olmazdı. Sevgi kalıba girmez ki…
Uzun, çok uzun yıllar önce, kardeşim
Ferda, bana bir mektup yazmıştı.
Ben Samsun’da öğrenciydim. Yıl
kaçtı, bilmiyorum. Ferda öğretmen okulunda, kuzenim Dursun da tam o sıralarda
evlendiğine göre 1972 ya da 1973 yılı olmalı.
Mektubun fotoğrafını da
paylaşacağım.
Tam beş metre uzunluğunda bir
yazı.
Bütün içtenliği ile neler
yazmamış ki canım kardeşim…
Gurbetteki sevgili ablasına,
sılanın kokusunu gönderebilmek için iki mektup arasında yaşananların tamamını
anlatmış. Fıkralar, şiirler, sevdiği artistlerin fotoğrafları cabası.
Kuzenimizin evlenmesi, düğün
nedeniyle alınan ciciler, kendi öğretmenleriyle ilgili tatlı dedikodular, zayıf
olan derslerini nasıl kurtardığı, kardeşimiz Kemal’in iyileşen yaraları, Çiğdem’in
ne denli tatlı bir çocuk olduğu…
Bütün dünyası…
Bütün duyguları, sevinçleri,
heyecanları…
Üstelik, hiçbir ayrıntıyı
kaçırmadan… Ama asla sıkmadan… Açık, tertemiz bir dil ve anlatım.
Canım kardeşim benim.
Ne güzelmiş mektuplarımız…
Ne olağanüstü bir dil eğitimi
imiş mektup yazmak…
Ne denli eşsiz bir paylaşmaymış…
Seni çok seviyorum, demekmiş.
Sana çok değer veriyorum, sana
saygı duyuyorum, demekmiş.
Şimdilerde teknoloji kullanılarak
gönderilen “nbr, mrb, tşk, kib” tarzı ifadelerin neresinde sevgiyi, şefkati,
saygıyı, dostluğu bulabilirsiniz?
Korkarım, mektuplarla birlikte
inceliğimizi, duyarlılığımızı, şafkatimizi de yitirdik.
Acı, çok acı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder