Belki bir "klinik vakayımdır”, kim bilir.
Ama açık açık yazıp, düzeltmeler yaparak, bu konudaki
beceriksizleri afişe edecek çılgınlık aşamasında değilim...
Tanrı, beni, bilerek insanları incitme çirkinliğinden
korusun.
Şimdi yazacaklarım ortaya...
Eski bir öğretmenin huyundan, alışkanlıklarından vaz geçemeyişi olarak görün rica
ederim.
****
Dil ve düşünce arasında doğrudan bir bağlantı vardır:
Yumurta ve tavuk problemi gibi. Diliniz ne ise düşünceniz de odur veya
düşünceniz ne ise diliniz de odur.
Düşüncelerini düzene sokamayan kişi dilini de düzene
koyamaz.
Dil ya da düşünce, insanın kültürel gelişimiyle doğru
orantılıdır.
Kitaplar, bütün sanatsal etkinlikler, sözlü kültürel
aktarımlar, toplum içi etkileşim ve aldığımız örgün-yaygın eğitim beynimizin gelişmesini sağlar. Beynimize milyarlarca yeni
kavramı ve bu kavramların dildeki karşılığı olan sözcükleri yükler.
Beyin, kavramları ilişkilendirip kullanmaya başladığında,
artık, düşünceleriniz vardır. Onları aktarmak için de sözcükleriniz…
Dağarcığınızdaki "kavramlar-sözcükler" kadar
düşünürsünüz. Çoksa çok, azsa az.
Uğur Mumcu bunu kast ederek "Bilgi sahibi olmadan fikir
sahibi olmak" tan söz ediyordu.
Konuştuğunuz insanı ölçmek, tartmak istiyorsanız diline
bakacaksınız. Kendi ana dilini tanıma, kullanabilme düzeyine... Dilini kullanma
biçiminden mesleğini bile çıkarabilirsiniz.
Noktalama imleri, yazım kuralları dilin, "trafik
kuralları, trafik işaret ve işaretçileri” gibidir. Kurallara uyarsanız siz kazanırsınız.
Uymazsanız, ortaya çıkan keşmekeş, kargaşa size zarar verir.
Dil canlıdır; doğal yasaları vardır, zorlamaya ya da ihmal
edilmeye gelmez.
Dil-düşünce gelişimini tamamlayamamış insanın, anlama becerisi de gelişmemiştir; okuduğunu, dinlediğini zor anlar.
Dil-düşünce gelişimini tamamlayamamış insanın, anlama becerisi de gelişmemiştir; okuduğunu, dinlediğini zor anlar.
****
Sanal iletişim, çağımızda bir gereklilik ama yakındığımız bu hastalığın da nedeni?
Acele ediyoruz, acele etmezsek gündemi kaçırıyoruz. Veya
zaman kısıtlı; otobüste, yolda yürürken, parkta otururken, okey masasının
başında acele ediyoruz işte. Bunun doğal sonucu da dil kusurları oluyor.
Ayağında bebeğini sallayan anne,
yavrusunun uykusunun gelmesini beklerken, eskiden kitap ya da gazete okurdu,
şimdi telefonuyla oynuyor. Kim bilir, aynı anda kaç arkadaşına ileti yazıyor.
****
Şöyle bir şey oluyor örneğin:
Bir cümle
paylaşılıyor, başı ve sonu yok, anlamsız...
-Başı nerede, sonu neydi?
-Bir şey mi anlatmaya çalışıyor? Ne?
- Bir şeyle, bir durumla, bir olayla, bir kimseyle mi alay
ediliyor?
-Neden dil kurallarına uymamış? Örneğin neden sözcüklerin
arasına nokta koymuş?
-Neden sözcükleri anlamsız ve aralarında ilişki kurulamıyor?
-Kendince, özlü, kısa, gizemli, hikmetli sözler söyleyen kâhin
Nostradamus gibi söz söylemek zorunda mı hissediyor?
-Sözlerinin bilgece olduğunu düşünmemizi mi istiyor?
****
Aceleye gerek yok. Sözler zihnimizde olgunlaşsın, amacını
bulsun, ağır ağır dökülsün ağızdan.
Atalarımızın "Boğaz dokuz boğumdur." deme nedeni
bu.
"Dilim giydirir bana kilim." sözünü unutmamak gerek.
Yunus Emre'nin;
"Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı,
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz. "
demesi de bundan.
****
Kusura bakılmasın lütfen. Birkaç dil kusuru gördüm mü
aldırmıyorum ama süreklilik kazındığında çok kötü hissediyorum kendimi.
Dile saygı kendine saygıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder