İBRETLİK BİR ÖYKÜ
Bugün, Niğde CHP İl Başkanlığı seçimi yapıldı.
Seçim başa baş sonuçlandı. O yüzden bana göre, kazanan ya da
kaybeden olmadı. (Oy kullanmayı beceremeyen iki delegenin oyu sayılsaydı 79-79
gibi bir sonuç çıkacaktı.)
Bu delege sisteminin CHP’nin başına bela olduğunu ne zaman
anlayacaklar acaba?
Bütün bunlar bir yana, oldukça sakin ve barış havasında bir
seçim oldu. Artık sandalyeler uçmuyor havada. Bunu da gençler başardı diye
düşünüyorum. Sonuçlar açıklandıktan sonra iki aday konukları selamlamak için
birlikte çıktılar sahneye. Sarmaş dolaş, saniyelerce sarılarak kutladılar
birbirlerini. El ele indiler sahneden.
Bayıldım bu görüntüye.
Hayırlı olsun.
Bayıldım bu görüntüye.
Hayırlı olsun.
****
Yazının başlığı şimdi anlatacağım olayla ilgili.
Milli Eğitim Müdürü Celalettin Ekinci zamanında yaşanmış. (Hani
şu okulların veli toplantılarını camilerde yaptıran zat.)
Ben bugün duydum. Olayın kahramanı anlattı. Nutkum tutuldu,
duyduklarıma inanamadım.
Niğde’de 455 okul müdürü Sungur Bey Kolejinde yapılacak bir
toplantıya çağrılır. Toplantı resmî bir toplantıdır. Sadece yer olarak özel bir
okul seçilmiş. (Toplantı için koca ilde yer yokmuş gibi.)
Arkadaşımız salonun kapısına yöneldiğinde kapıda görevli iki
öğrenci ve iki görevli öğretmen “Ayakkabılarınızı çıkarın. Bize böyle bir
talimat verildi. İçeri ayakkabıyla giremezsiniz.” diyerek içeri girmesine engel
olurlar. Arkadaşımız bakar ki; Milli Eğitim Müdürü ve yardımcılarına terlik
veriliyor; bütün müdürler, “analarından, üstü başı çamur olarak eve girdikleri
için azar işiten çocuklar” gibi ayakkabılarını çıkartmış, çoraplarıyla içeri
girmekteler. Hepsi, ama hepsi… Anlı şanlı Atatürkçü, demokrat, solcu, sosyalist
geçinenler de dâhil… (Önce tek tek isim yazsam diye düşündüm ama sonra
vazgeçtim. Utandırmak yersiz, hele bir de bu kadar süre geçmişken.) Tıpış tıpış
ayakkabı çıkarmışlar.
Bizimki çıkarmam diye direnince ayağına terlik getirmişler
ama benim direnişçi yiğit arkadaşım reddetmiş.
Daha sonra, her örgütlü insan gibi, kendilerine reva görülen
bu muameleyi üyesi olduğu sendikaya bildirmek istemiş, telefon etmiş. Durumu
anlatmış önce, “Gelin gözlerinizle görün bu rezaleti” demiş. Sendika temsilcilik
başkanı ne dese beğenirsiniz?
“Sende çıkar, gir.”
Bir şok da buradan…
Bir zamanlar; zalime, zulme, sömürüye karşı çatır çatır
eylem yapan, üyelerinin hakkını çiğnetmemek adına yöneticilerinin kendilerini
ortaya koydukları sendikanın başkanının verdiği yanıt:
“Sende çıkar ayakkabını, gir.”
Bizim kelle koltukta
çalıştığımız sendika.
“Vay başıma, vaylar başıma, nerelere gidem, kimlere
anlatam.” türünden bir kafa karışıklığı yani.
Eskiden olsa, o sendika tam kadro o salonu basar, kimsenin
ayakkabısını çıkartmasına izin vermezdi.
Bizim arkadaşımız zeki… Hemen fotoğraf çekmiş. Çekmiş
çekmesine de…
O şanlı Atatürkçü dostlarımızdan biri, “O görüntüyü benim
haberim olmadan çektin. Sil. Silmezsen savcılığa şikâyet edeceğim. Sana ne
benim ayağımı çıkarmamdan. Ben inançlı biriyim. Camiye de giderim, namazımı da
kılarım. Adamların kendi kuralları var, ben ona uyarım.” vesaire dememiş mi…
Sanırsın ki, vatandaş camiye girerken ayakkabı çıkarmadı.
Sanırsın ki o toplantı bir cemaatin dini toplantısı. İçerde
zikir çekilecek.
Sanırsın ki Türkiye Cumhuriyetinin Milli Eğitim Bakanlığına
bağlı 455 okul müdürü bir cemaate kabul etme törenine katılmak için oradalar.
Gezi direnişi sırasında zamanın başbakanı “Ayakkabılarıyla
camiye girdiler.” diye şikâyet etmişti ya, aklıma o süreç geldi.
Uygar bir dünyada, Avrupa Birliğine girmek için bir
yerlerimizi yırtarken, Laik Türkiye Cumhuriyetinde (!) olana bakın.
Üstelik bunlar, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak adaya
nasıl kulp takmışlardı, hatırlayın. İçlerinden biriyle, bizzat tartıştığım için
bu olayda, bu kadar keskin tepki veriyorum ben.
Nasıl bir ikbal
beklentisi böyle bir küçülmeyi, aşağılanmayı göze aldırır insana? Bilemiyorum.
İronik olan da o arkadaşlarımızın daha sonra müdürlük
görevinden alınmaları. Tepki çığlıkları semalardan daha silinmedi.
Bizim isyankâr ve ilkeli arkadaşımız ise bu olay sonrası
soluğu Gaziantep’te almıştı. Dava açtı, yorucu bir hak arama mücadelesi verdi
ve geri döndü.
“Geçmiş olsun.” Ne diyelim başka. Burası Türkiye… Olur böyle
şeyler.
Not: Arkadaşımın anlattıklarını sözcük sözcük değil, eski deyişle
mealen ve kısaltarak yazdım. Ama zerre kadar abartmadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder