19 Ekim 2014 Pazar

İBRETLİK BİR ÖYKÜ


İBRETLİK BİR ÖYKÜ

Bugün, Niğde CHP İl Başkanlığı seçimi yapıldı.

Seçim başa baş sonuçlandı. O yüzden bana göre, kazanan ya da kaybeden olmadı. (Oy kullanmayı beceremeyen iki delegenin oyu sayılsaydı 79-79 gibi bir sonuç çıkacaktı.)

Bu delege sisteminin CHP’nin başına bela olduğunu ne zaman anlayacaklar acaba?

Bütün bunlar bir yana, oldukça sakin ve barış havasında bir seçim oldu. Artık sandalyeler uçmuyor havada. Bunu da gençler başardı diye düşünüyorum. Sonuçlar açıklandıktan sonra iki aday konukları selamlamak için birlikte çıktılar sahneye. Sarmaş dolaş, saniyelerce sarılarak kutladılar birbirlerini. El ele indiler sahneden.
Bayıldım bu görüntüye.
Hayırlı olsun.

****

Yazının başlığı şimdi anlatacağım olayla ilgili.

Milli Eğitim Müdürü Celalettin Ekinci zamanında yaşanmış. (Hani şu okulların veli toplantılarını camilerde yaptıran zat.)

Ben bugün duydum. Olayın kahramanı anlattı. Nutkum tutuldu, duyduklarıma inanamadım.

Niğde’de 455 okul müdürü Sungur Bey Kolejinde yapılacak bir toplantıya çağrılır. Toplantı resmî bir toplantıdır. Sadece yer olarak özel bir okul seçilmiş. (Toplantı için koca ilde yer yokmuş gibi.)

Arkadaşımız salonun kapısına yöneldiğinde kapıda görevli iki öğrenci ve iki görevli öğretmen “Ayakkabılarınızı çıkarın. Bize böyle bir talimat verildi. İçeri ayakkabıyla giremezsiniz.” diyerek içeri girmesine engel olurlar. Arkadaşımız bakar ki; Milli Eğitim Müdürü ve yardımcılarına terlik veriliyor; bütün müdürler, “analarından, üstü başı çamur olarak eve girdikleri için azar işiten çocuklar” gibi ayakkabılarını çıkartmış, çoraplarıyla içeri girmekteler. Hepsi, ama hepsi… Anlı şanlı Atatürkçü, demokrat, solcu, sosyalist geçinenler de dâhil… (Önce tek tek isim yazsam diye düşündüm ama sonra vazgeçtim. Utandırmak yersiz, hele bir de bu kadar süre geçmişken.) Tıpış tıpış ayakkabı çıkarmışlar.

Bizimki çıkarmam diye direnince ayağına terlik getirmişler ama benim direnişçi yiğit arkadaşım reddetmiş.

Daha sonra, her örgütlü insan gibi, kendilerine reva görülen bu muameleyi üyesi olduğu sendikaya bildirmek istemiş, telefon etmiş. Durumu anlatmış önce, “Gelin gözlerinizle görün bu rezaleti” demiş. Sendika temsilcilik başkanı ne dese beğenirsiniz?

“Sende çıkar, gir.”

Bir şok da buradan…

Bir zamanlar; zalime, zulme, sömürüye karşı çatır çatır eylem yapan, üyelerinin hakkını çiğnetmemek adına yöneticilerinin kendilerini ortaya koydukları sendikanın başkanının verdiği yanıt:

“Sende çıkar ayakkabını, gir.”

 Bizim kelle koltukta çalıştığımız sendika.

“Vay başıma, vaylar başıma, nerelere gidem, kimlere anlatam.” türünden bir kafa karışıklığı yani.

Eskiden olsa, o sendika tam kadro o salonu basar, kimsenin ayakkabısını çıkartmasına izin vermezdi.

Bizim arkadaşımız zeki… Hemen fotoğraf çekmiş. Çekmiş çekmesine de…

O şanlı Atatürkçü dostlarımızdan biri, “O görüntüyü benim haberim olmadan çektin. Sil. Silmezsen savcılığa şikâyet edeceğim. Sana ne benim ayağımı çıkarmamdan. Ben inançlı biriyim. Camiye de giderim, namazımı da kılarım. Adamların kendi kuralları var, ben ona uyarım.” vesaire dememiş mi…

Sanırsın ki, vatandaş camiye girerken ayakkabı çıkarmadı.

Sanırsın ki o toplantı bir cemaatin dini toplantısı. İçerde zikir çekilecek.

Sanırsın ki Türkiye Cumhuriyetinin Milli Eğitim Bakanlığına bağlı 455 okul müdürü bir cemaate kabul etme törenine katılmak için oradalar.

Gezi direnişi sırasında zamanın başbakanı “Ayakkabılarıyla camiye girdiler.” diye şikâyet etmişti ya, aklıma o süreç geldi.

Uygar bir dünyada, Avrupa Birliğine girmek için bir yerlerimizi yırtarken, Laik Türkiye Cumhuriyetinde (!) olana bakın.

Üstelik bunlar, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak adaya nasıl kulp takmışlardı, hatırlayın. İçlerinden biriyle, bizzat tartıştığım için bu olayda, bu kadar keskin tepki veriyorum ben.

Nasıl bir ikbal beklentisi böyle bir küçülmeyi, aşağılanmayı göze aldırır insana? Bilemiyorum.

İronik olan da o arkadaşlarımızın daha sonra müdürlük görevinden alınmaları. Tepki çığlıkları semalardan daha silinmedi.

Bizim isyankâr ve ilkeli arkadaşımız ise bu olay sonrası soluğu Gaziantep’te almıştı. Dava açtı, yorucu bir hak arama mücadelesi verdi ve geri döndü.

“Geçmiş olsun.” Ne diyelim başka. Burası Türkiye… Olur böyle şeyler.

Not: Arkadaşımın anlattıklarını sözcük sözcük değil, eski deyişle mealen ve kısaltarak yazdım. Ama zerre kadar abartmadım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜNDEN BUGÜNDEN

  Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...