Dün yılın en uzun gecesi, kış dönencesi idi. İranlılar buna "Şeb-i Yelda" (en uzun gece) derler.
Blogdaki yazılarım öncelikle benim içimi dökme, düşüncelerimi dışa aktarma yolumdur. İlle okunsun diye bir beklentisi yoktur. Okunursa da mutlu olurum.
21 Aralık 2021 Salı
Şeb-i Yelda
Üç Şair Üç İnsan
17 Aralık 2021 Cuma
MERCİMEK KÖFTESİ-TÜRKÜLER-ANILAR
Söylemesi ayıp, Yaşar mercimekli köfteyi sever. Köfte yapacağımı söylediğimde sevindi. Belli etmez ama ben seziyorum.
Eskilerin dediği
gibi, benim elim elimi tutmaz. … Yaptığım yemeklerin asla birebir aynısını
yapamam. Dilerim bu da güzel olur, diyerek başlıyorum işe.
Önce müzik…
Destanlaşan Türküler…İlk üç beş türküyü aklım yemekteyken dinliyorum. Çok güzel
türküler, olağanüstü yorumlar.
Yemeğin
hazırlıkları tamam, sonrası kolay. Müzik dinlerken yaptığım yemeklerin güzel
olduğuna inanıyorum.
Ben türküleri çok
severim. Çocukluğumdan beri böyle. Annem sanat müziği söyler ve dinlerdi,
türkücü olan babamdı, severdi türkülerimizi. Söyleyemezdi, beceremezdi ama çok
severdi.
“Ankara’da Yedim
Taze Meyveyi” türküsünü bir başka severdi. Bir de “Ham Meyveyi Kopardılar
Dalından” türküsü vardı. Bir keresinde radyoda bu türküye eşlik ederken, annem
dalga geçmişti. Babacığım, hemen susmuş ama sonra bu türküyü sadece dinlemekle
yetinmişti.
Belki de çok sonraları,
sanat müziğine mesafeli oluşum hem “saray müziği” ne duyduğum sınıfsal bir
tepkiden hem annemin babamla masumca şakalaşmasının içimde bıraktığı kekremsi
tattan kaynaklandı, bilmiyorum.
Ama hakkını
vermeliyim, annem çok güzel söylerdi. Eşsiz bir kulağı vardı. En zor şarkıları
hiç detone olmadan, her bir notayı doğru basarak billur gibi sesiyle öyle bir
okurdu ki…
İlk okul dördüncü
sınıftayım. Annem evimizin upuzun “tahtalısında” bir yandan çamaşır yıkıyor,
bir yandan da şarkı söylüyor.
Evimizin bulunduğu
çıkmaz sokağın diğer yakasında Asumangil oturur. Asuman benim can arkadaşım. Annesi
bana seslendi: “Hülya, Bayrak mı, Meteoroloji mi, şarkı nerede çalıyor?” Ben
avazım çıktığı kadar bağırıyorum, hem komik bulmuşum hem gururluyum, “Teyze,
annem söylüyor, radyo kapalı.” Anneciğim çoktan susmuş bile, utanmış canım
benim.
Eskiden sık sık
elektrikler kesilirdi, bilirsiniz. Annemin hiç nazlanmadan bize konserler
verdiği o karanlık akşamları ne çok severdik. Babasız akşamlar, babasız yıllar.
Ama o karanlık akşamlarda öğrendik birbirimize tutunmayı. 7 kardeş, yedi can ve
eteğini tuttuğumuz annemiz.
Böyle kendimi
müziğe kaptırmış, beynimin dört bir tarafından akın eden anılarla yüreğim
incelmiş köfte yapıyorum. Tuhaf… Müzik, anılar ve köfte…
Türkünün ilk
notası kulağıma çalınır çalınmaz başımı kaldırdım. Sıra Kırklar Dağı’nın
Düzü’ne gelmiş bile. (Suzan Suzi) Beni darmadağın eden bir türküdür bu. Zaten
bu albümlerde, adı üstünde destanlaşmış türküler var, her biri diğerinden
üstün. Ama bu… Yorumcunun da katkısı elbette var.
İşi bıraktım,
dışarıya baktım.
Karşıdaki
apartmanla bizim aramızda bembeyaz kelebekler uçuşuyor, lapa lapa…
Haydaaaa…
Türkünün hüznü
yerini akıl almaz bir sevince bırakmaz mı? Nasıl güzel yağıyor, inanılır gibi
değil. Balkona çıktım, pencereyi açtım, yarı belime dek dışarı sarktım. Kar
tanelerinin yüzüme, kollarıma düşmesinin tadını çıkarıyorum. Göğe bakıyorum,
kanatlanmış gibi kocaman tanecikler uçuyor yukarıda.
Üşüdüm, işimin başına
döndüm.
Sarı Gelin türküsü öyküsüyle geldi göz pınarlarıma yerleşti. Ağlamaklıyım. Göz ucuyla dışarıya bakıyorum. Kar taneleri irileşti.
“Seni vermem ellere leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman suna yarim
Niceki bu canımsa ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yârim”
Bir anda her bir
kar tanesi annesinin sevdiceğinden koparıp aldığı Sarı Gelin’in sevdiği gencin
ahına, ilenmesine dönüştüğünü duyumsadım. Sonra hemencecik kovdum o duyguyu.
Saf, temiz, masum
kar taneleri…
İçimde baharlar
açtıran kar taneleri…
Şairi şairliğinden
utandıran türküler, bu toprağın insanının öyküsü olan türküler art arda kar
taneleri gibi düşüyor yüreğime. Saf, temiz, gerçek, yalın, çırılçıplak… Gizlisi
saklısı olmadan.
Anılar…
Türküler..
Mercimek köftesi
bitti…
“Şairim,
Zifiri
karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak
seslerinden tanırım.
Ne
zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden
utanırım.
Şairim,
Şiirin
gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum,
Türkülerle
yunmuş yıkanmış dilim,
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.”
Bedri Rahmi’nin
dediği gibi, türküler bizi arındırıyor.
İnsan yüreğinin ve
belleğinin ne zaman, neyi, nasıl yapacağı bilinmez. Hiç ilgisi yokmuş gibi
görünse de tutar köftenin yanına duyguları koyar, anıları koyar, yaşamı koyar.
Bütün yalınlığı ve gerçekliği ile yaşamı…
Kar hala yağıyor,
tutacak gibi. Dilerim sabaha bembeyaz bir merhaba deriz.
(Bu arada itiraf
etmeliyim, köfte çok güzel olmuş.)
19 Kasım 2021 Cuma
3 Kasım 2021 Çarşamba
Kimi zaman çiçeklerimle aramızda sessiz bir bağ, bir iletişim olduğu duygusuna kapılıyorum.
22 Ekim 2021 Cuma
Sonbahar Kokuyor
20 Eylül 2021 Pazartesi
Toprak Kokusu
Yağmur çiseliyor.
26 Ağustos 2021 Perşembe
YAZMAK İLAÇ GİBİ
Yazmak için duyguları soğumaya bırakmamak gerekiyor. Duygular da düşünceler de kendi zamanlarını biliyorlar; hazır olduklarında yazılmalı… Zaman yüreğinizdekini de aklınızdakini de çekip alıyor, bir köşeye tıkıştırıyor, tozlandırıyor, üstüne küller serpiyor.
Söylenmemişlik,
yaşanmamışlık duygusunu tetikliyor ve bir yanınız hep eksik kalıyor.
O eski zaman
öğretilerinin öğüdü doğru değil; unutmaya, zamanın ilacına sarılmaya çabalamak
yüreği zorluyor, yoruyor.
“Zamana bırak”
öğretisi insani değil bence. İnsanın aklını ve yüreğini unutmaya çabalamak için
harcaması… Ne denli boş çaba…
Kafamızdakileri, göğüs kafesimizin içindekileri bir yolunu bulup nehirlere bağlamak gerek. Aksın, aksın, aksın… Yıkacaksa yıksın, yakacaksa yaksın, yaratacaksa da yaratsın. Aksın ki yerine yeni güzellikler, yeni yaşanmışlıklar, umutlar ve hatta kederler gelip yerleşebilsin.
On gün önce, Yaşar’la Yeni Çarşı’da gezerken yaşadığım o tuhaf, o korkunç tacizi, duyduğum nefreti, sonrasında o nefretin yol açtığı yaraya serin serin üfleyen hoş sevinçleri, heyecanları yazmadım. Yazarsam yazdıkça kanayacağımı düşündüm. Hepsi topu topu üç saat içinde olup bitmişti. Yazsam rahatlardım ama erteledim.
Şimdi, şu an yazmaya
karar vermem de bir kaybımın acısı yüzündendir. Çok eski bir dostumu, kankamı,
yoldaşımı, bir yiğit Yılmaz’ı anlatacaktım.
Nedense, önce
bunları yazmalıyım, diye düşündüm.
Lafı uzatır mıyım, bilmem… Ama umurumda da değil.
Yaşar’la ben, bir türlü
yan yana yürüyemiyoruz. Çarşı kalabalık. Çoğu genç. Üstümüze üstümüze geliyorlar;
kaçan, yol veren biz oluyoruz. Bir ara dayanamadım ve beni yol kenarındaki tezgâhlara
sıkıştıran bir grubu azarladım.
Bunaldım, arkama
bakmadan kaçasım var.
Kulağımın dibinde
bir ses patladı, ama ne ses…
“Maşallah, maşallah,
nasıl da takmış takıştırmış bu yaşta, elde baston, yürüyemiyor bile.” O “maşallah”ı
öyle bir vurguluyor, öyle bir şiddetle fırlatıyor ki ağzından.
İrkildim, kafamı
çevirdim; ben yaşlarda hamam böceği kılıklı bir kadın, yüzüme pişkin pişkin
sırıtıyor.
Daha ağzımı açamadan,
saniyeler önce, çocuk arabasıyla beni sollayıp önüme geçen bir genç kadın
(Çağdaş bir kılık, eli yüzü düzgün) “Anne bir şey mi oldu?” diye sordu. Bu kez
o densiz, yobaz yaratığa söyleyeceklerimi yuttum ve kızına “Annenizin çenesi çok
düşmüş, ayar gerekiyor.” dedim, yürüdüm.
Dönüp Yaşar’a baktım.
Tepkisini merak ediyorum. Adamcağız kalabalıkta taa gerilere düşmüş. Hiçbir şey
duymamış, görmemiş.
Attığım her adımda
içim kabardı; öfkem katlanıyor, volkan gibiyim. Dönüp bastonumu kadının
kafasında parçalayasım var. Hayatım boyunca böyle bir saldırıya, böyle bir
tacize uğramadım. Hem de bir kadından.
Kadının tepkisi
yaşıma… Genç olsam kılığımı hoş görecek. Kızını gördüm, askılı bir buluz, dar
bir pantolon…
Bende gördüğü fazlalık bir kolye… Ömür boyunca içinde sakladığı ezikliği yaşayamadıklarına karşı nefrete dönüştürmüş bir kadın. Korkunç…
Çarşıda gezinmek
değil amacımız; birkaç parça çamaşır alacağız. Vurduk sinemanın önüne çıkan
yokuşa. Köşede yıllardır alışveriş yaptığımız çamaşırcı var, epeydir
uğramadıydım.
Adam yok, karısı ve kızı işin başındalar. İkisinin de başı kapalı. Az önceki darbeden sonra onları görünce gerildim biraz. Ama nasıl güler yüzlüler… Bir anda içimin zehrini alıverdiler.
Çıktık, Yaşar Mahmut’la
Hayri’yi görmek isteyip istemediğimi sordu. Beni sorarlarmış hep. Görmek
isterlermiş. Hemen kabul ettim. Birkaç eski dost yüzü görmek, konuşmak iyi
gelecekti.
Mahmut Özcan emekli öğretmen arkadaşımız. Hayri ve Ahmet benim eski öğrencilerimden. Üç kardeş omuz omuza verdiler, bir kahve işletiyorlar. Emeklerini birleştiren, ekmeği kutsallaştıran üç güzel insan.
Pazarı boydan boya gezerek gidiyoruz. Tek tük bastalar ( J) kurulmuş; çoğu yerli sebzeler, meyveler. Kara üzüm görünce sevindirik oldum. İçim tatlandı sanki. Hemen yanaştık, mis kokulu, baldan tatlı kapkara üzümler… Niğde dışında yaşayan hemşerilerimizin affına sığınırım.
Kahvehaneye vardık.
Mahmut kapı önünde dinleniyor. Birkaç kişi daha. Bizi görünce fırladı,
sarılamadık. Yumruklarımızla selamlaştık ama içeriden Hayri iki kanadını açarak
kartal gibi uçtu geldi, sarıldı sımsıkı. Nicedir görüşmüyorduk. Corona
korkmuştur bu muhabbetten. Sonra Ahmet geldi. Birkaç tanıdık daha. Kapının
önüne masaya halkalandık. Sohbetin canına okuyoruz. Laf lafı açıyor,
sevgi-dostluk som somut masanın üstünde. Gelen geçen biraz yadırgı bakıyor ama
benim aklım, yüreğim çoktan yundu yıkandı, arındı. Umurumda değiller.
Uzunca oturduk,
özlem giderdik. Kalktık. Nicedir kendimi böyle gönenmiş, zenginleşmiş hissetmiyordum.
Yolunuz düşerse
Özcanlar’ın kahvesine uğrayın, bir selam verin, bir bardak çaylarını için. Bu
corona belasından epey sıkılmışlar; dostluğunuzu, desteğinizi sunun.
13 Haziran 2021 Pazar
GEZİNTİ DERKEN...
Yaşar akşamdan pazarlığa durdu benimle: “Yarın gezintiye çıkacağız, erken kalkmalısın.” diyor. İyi güzel de meret uykunun ne zaman geleceğini bilmiyorum ki…
6 Mayıs 2021 Perşembe
6 MAYISTI
4 Mayıs 2021 Salı
Sular Aka Aka Yatağını Bulur
Eskiden bir konuda korkak ve cesaretsizdim; beni geren ilişkileri bitirme, aklımla ve kalbimle artık taşıyamayacağımı düşündüğüm insanlardan uzaklaşma...
20 Nisan 2021 Salı
ADI GENCO OLSUN
Çook uzun yıllar önceydi.
30 Mart 2021 Salı
NAZIMCA
Nazım Hikmet sevdam malum. Beynimin ve yüreğimin sol yarısı silme Nazım; diğer yarısı şiirimizin diğer ustaları...
6 Mart 2021 Cumartesi
Demir Leblebi de Ne?
CHP Kadın Kolları tarafından düzenlenen bir etkinliğe "Demir Leblebi" adını vermişler.
3 Mart 2021 Çarşamba
İnternet Yanıltabilir mi?
İnternet tam bir kargaşa. Bilginin kirlisi, temizi, yalanı dolanı ne ararsan var. Kitaplardan araştırma yapmayı, kitap okumayı (özellikle şiir kitapları) bıraktığımızdan beridir bilgiler kirlendi, karardı, içinden çıkılamaz bir hale geldi.
Uydurma şiirler Can Yücel’indir diye, Nazım Hikmet’indir
diye, Mevlana’nındır diye paylaşılıyor. Okuma özürlüler de sorgulamadan
bunların yayılmasını sağlıyorlar.
Bunlardan birkaçının tuzağına düştüğümü itiraf etmeliyim. Okumamış
olduğum kitaplardadır, dergilerde kalıp kitaplara girmemiş metinlerdir diye
peşine düşmedim, yanlışı doğru belledim.
Bir süre önce "Tanrım Beni Yavaşlat" adlı bir
metne rastladım. Bir Hitit Duası diye ekleme yapılmış.
Okudum, hani şu ilk bakışta insana çok hoş gelen "yaşam
öğütleri" var ya, onlardan biri. Okudum ama ilk dizelerde alarmlar çalmaya
başladı, aslını sonra araştırırım diyerek attım bir kenara, unuttum gitti.
Sonra bugün aklıma geldi ve bakayım dedim.
Şöyle cümleler var:
“güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık
avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret”
Hititler bu coğrafyada M.Ö. 1600’lü yıllarda kurulmuş bir
devlet. Çivi yazısıyla kil tabletler üzerine yazıyorlardı ve okuma yazmayı
Tanrıların sanatı diye görüyorlar, çok özel ayrıcalıklı kişiler dışında kimse
okuyup yazamıyordu.
Yani 5 kitaplık bir kütüphanede bulunan kitapların ağırlığı
500 kg falan olmalı. Her sayfa bir tablet hesabıyla 100 sayfalık kitaplar…
Güzel bir kitabı yanında taşıyıp birkaç satır okumayı
düşünen bir Hititli…
Bu Hititli Kaplumbağa ve tavşan masalını da biliyor… Masalı
yazan Ezop MÖ 6. Yüzyılda yaşadığı varsayılan Yunan masalcısıdır. Hititlerden
aşağı yukarı 10 yüzyıl sonra tarih sahnesine çıkmış.
Sonra Google’da, “Tanrım beni yavaşlat” diye sorguladığımda
karşıma çıkan ne varsa baktım.
Meğer bu metin aslında Wilfred Arlan Peterson’a aitmiş. Adam,
1900-1995 yılları arasında yaşamış, Michigan doğumlu, Amerikalı bir düşünür ve
yazarmış...
İki metni karşılaştırdım, Hitit duası ve bir duvar yazısı
olduğu söylenen metin çok daha uzun. Metin Peterson’un şiirine yapılmış
eklemelerle uydurma bir metin.
Her şeyi Google amcadan soran, kitaplara bakmayı, asıl
kaynağa dönmeyi unutan bir toplum olduk.
Sıkıntılı bir durum, gelecek için bir tuzak…
DÜNDEN BUGÜNDEN
Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...
-
Sevgili yeğenim Bilgesu'nun yazmaya hevesini biliyordum. Arada yazdıklarını okur ve çok beğenirdim. Şiir yazdığını bilmiyordum. Gönd...
-
7’den 77’ye hemen herkesin yaptığı yaygın bir yanlışlıktan söz edeceğim. Eskiler buna galat-ı meşhur derlerdi. Çok yaygın olduğu ...
-
Sevgili Hocam Mazhar Kükey'i 35 yıl sonra yeniden görmek çok güzeldi. Uzun, çok uzun bir ömür diliyorum değerli hocama. Emekli oldukta...
-
Bir akrabam yıllarca önce anlatmıştı. Bahçeli'de kurban keserler. Kendisinin tüm itirazlarına karşın bir dirhem bile dağıtılmayan et e...
-
"Yıl 1962 Ankara’da yayımlanan, hükümet ve düzen işbirlikçisi bir gazete, kendi topraklarında yaşama özgürlüğü elinden alınmış mesn...
-
Nicedir aklımda. "Tanrı" dendiğinde küfür ediliyor sanan, boyuna kadar günaha batacağını düşünen Müslümanlar için "Allah...
-
DİLİM GİYDİRİR BANA KİLİM 1- 24.02.2015 tarihinde Kanal Türk’te akşam haberlerinde, haberleri sunan kişi "aile kabristanlığ...
-
Bugün bir arkadaşım anlattı. Çok öfkeli ve şaşkındı. Kızı 4. sınıfa gidiyor. Öğretmenin verdiği Türkçe dersinden bir ödevle ilgili ann...
-
“BENİM HALİM MEMLEKETİN HALİ.” Bor Devlet hastanesinde, son zamanlarda iki doktora gittim. İlki göz doktoru… Niğde Devlet Hastanesi...
-
Yıllardır zambak olarak bildiğim bu çiçeğin adının "süsen" olduğunu öğrendim. Okuduğum romanlarda, öykülerde, şiirlerd...