Mardin Lisesi orta son...
Blogdaki yazılarım öncelikle benim içimi dökme, düşüncelerimi dışa aktarma yolumdur. İlle okunsun diye bir beklentisi yoktur. Okunursa da mutlu olurum.
6 Aralık 2022 Salı
Mardin'den Anılar
Zaman, Yaşam, İnsan
Albümleri elden geçiriyordum. Çoğu fotoğrafın çekildiğini bile unutmuşum. Fotoğraflarda yer alanların bir bölümünü de...
Anıları tazeledim, anıları eşeledim, anılara gömüldüm gırtlağa kadar."Vah gençlik!" diyerek öyle bir iç geçirmişim ki Yaşar bastı kahkahayı.
Unutmadıklarım da çok elbette.
İşte bir tanesi. Solda Cahide Püskülcü, sağda Süheyla Meker,...
Samsun Eğitim Enstitüsü... Sanırım son sınıftaydık.
Kimbilir hangi sınavdan çıkılmış veya bütün gece ders çalışılmış ya da gün yoğun geçmiş... Yorgunluk yüzlerden okunuyor. Bir üfürseler uçacak gibiyiz. Cahide yorgunluğa meydan okuyor gibi...
"Ey hayat
Sen şavkı sularda bir dolunaysın."
Onur Akın dolandı dilime durup dururken.
Bu ara böyleyim dostlar; anılar beni saçıp savuruyor.
Anılar babasının mirasını yiyen bir mirasyedi gibi; beynimde ne varsa harcıyor.
Ama yaşamı, insanları daha çok sevmeye başladım. Beynimin kıvrımlarındaki yolculuğum zamanın, yaşamın, insanın değerini anımsatıyor durmadan.
28 Kasım 2022 Pazartesi
BİRAZ ONDAN BİRAZ BUNDAN
Peşpeşine iki farklı dizi izledik. İkisi de İngiliz yapımı, çok beğendik. Özellikle biri, Black Earth Rısıng, çok etkiledi beni. Başta İngiliz emperyalizmi olmak üzere emperyalizmin Kara Afrika’nın yer altı zenginlikleri üzerinde oynadığı çirkin ve vahşi oyun gırtlağımıza kadar tiksintiyle doldurdu içimizi.
“Batılılar geldiğinde onların ellerinde İncil, bizim de
topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü
açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde ise bizim topraklarımız vardı.”
Dizi boyunca Kenya’nın kurucu başbakanının bu sözleri çınladı
durdu beynimde.
Diğeri İngiliz aristokrasisini yerden yere çalan bir
diziydi.
Filmler, diziler, belgeseller ufuk açıcı olabiliyor.
***
Son birkaç yıldır bir film, bir kitap, bir şarkı peşine
takılıp savrulup gidiyorum. Bir tür kaçış sanki.
İşe yarıyor mu? Ne gezer… Bir süreliğine aklımı ve yüreğimi
yıkayıp arındırıyor, o kadar…
Kimi zaman gündemdeki konulara takılıp kalıyorum. Aklımdan
atmak için ne denli uğraşırsam uğraşayım beynimin her bir hücresini ele
geçirmiş gibiler…
Bir kadın “Senin kariyerin çocuk yapmaktır.” diyen birinin
yüzüne nasıl gülümser, elini nasıl sıkar?
***
Kış iyice kendini gösterdi.
Daha kapıdan dışarı adımımı atar atmaz burnumda kış kokusu…
Durdum, derin derin içime çektim…
Üç beş gün sonra böyle rahat nefes alamayacağım, hava kirlenecek.
Bir gün güneş bir gün yağmur ve soğuk… Havalar kararsız.
“Kılıçdaroğlu aday olursa kazanamaz.” çeşitlemeleriyle kafa
bulandırmaya çalışan aşağılık politikacılar karşısındaki seçmen gibi…
Kararsızlık berbat bir huydur, kişilik zayıflığını gösterir.
Her yöne dönebilir, dün yaptığını bugün inkâr edebilir.
Kararsızlık çoğu zaman kararsız elemanın çevresindekilere
zarar verir. Durmadan yalan söyleme eğilimleri de vardır.
Tanrı bizi kararsız seçmenden korusun.
***
Antik Yunan mitolojisindeki cehennemin ya da yer altı
dünyasının kapısını bekleyen Kerberus adındaki üç başlı canavar köpeği
bilirsiniz.
Bugünlerde her yerde Kerberuslar var.
Pazartesi gün doktora gittim. Düştükten sonra kesilmeyen
ağrılarıma çare bulmayı ve dizime yeniden bir iğne yaptırmayı umuyordum.
Hastanedeki doktorların
sekreterleri, röntgen çeken teknisyenler, pansuman odasındaki hastabakıcı ve
muhatap olduğum başka kim varsa her biri ayrı ayrı Kerberus’a dönüşmüşler. İki
karış suratlar, ağız içinde gevelenen açıklamalar, terslemeler, haksızlıklarını
bastırmak için Kerberus hırlamaları…
Sanırsınız doktor odasının
kapısında değil de cehennemin kapısındalar…
Kendimden biliyorum, birileriyle
kapışmak ya da terslemek zorunda kaldım mı günlerim zehir oluyor; mutsuz biri
oluyorum. Bir türlü içimden atamıyorum.
Bu insanlar bunca aksi, bunca
kibirli, bunca kırıcı iken nasıl uyuyabiliyorlar?
İşte sadece biri…
Röntgen bölümünde elime verilen
kâğıtta 2. odaya gitmem gerektiği yazıyor. Odanın önünde bekliyorum ama odaya
girip çıkan yok, görevli de görünmüyor. Birinci odaya sürekli birileri girip
çıkıyor.
Gidip sordum; bana “Çağırdık
sizi, gelmediniz.” diye çıkıştı adam. Neredeyse dövecek. Kâğıdı attım önüne,
burada iki yazıyor, neden birden çağrılıyorum. Benim kulağım duymuyor, duymak zorunda
da değilim. Ama siz o odada olmak zorundasınız.” dedim. “Mesai bitiyor,
beklemek zorunda mıyım?” dedi. Tam kavgaya tutuşmuştuk ki röntgeni çekecek olan
teknisyen geldi, kolumdan tuttu, “Gel ablacığım, seni hemen alıyorum.” dedi.
Öfkemi o çocuktan çıkardım, düşündüklerimi saydım döktüm. Kaç gün geçti, hala
ne kendi sözlerimi ne de o azarlanmayı unutmuş değilim.
Pansuman odasındaki pansumancı
Ramazan (Adını öğrendim çünkü insanlıktan çıkmış bu adamı şikâyet etmeyi
düşünüyorum.), doktor sekreterleri, güvenlikçiler… Hepiniz insanlığınızı nerede
bıraktıysanız arayın bulun. Birazcık güler yüz, tebessüm, yumuşak bir üslup,
azıcık insanlık gösterisi sizin de iyi hissetmenizi sağlayacak, inanın.
Aslında doktorların da onlardan
kalır yanı yok. Kendi kabalıklarının yanında bunca çirkinliğe göz yumdukları
için de suçlular. Her şey gözlerinin önünde olup bitiyor.
Bu yaz hep hastanede geçti
zamanım. Bunları yaşamak zorunda kaldım.
***
Bu yazı bir aydır dinlenmede.
Kimi zaman duygularım sıcaklığını
yitirmeden yazmayı severim. Hemen, anında…
Kimi zaman da öfkemi yatıştırmak
için beklerim. Parladığım zaman kendimi dizginleyemediğim de olur çünkü.
O gün yazdıklarımdan bir gün
sonra vaz geçtim.
O pansumancıyı da şikâyet etmedim.
Ne bileyim, pek doğru gelmedi.
Ne dersiniz, bir gün bu ülkenin
insanlarının çoğu yeniden insan olduklarının ayırdına varacaklar mı?
25 Haziran 2022 Cumartesi
Yüreğim Konuştu Benimle
3 Haziran 2022 Cuma
İnsan İnsan Derler idi
İnsan
İnsan Derler idi
1 Haziran 2022
Hastane
eve yakın. Şöyle ortalama bir yürüyüşle dört dakikada ordasın. Ama dizler ve
ayaklar benimki gibiyse ve de yol neredeyse dimdik bir yokuşsa zor.
Durak
evin önünde. Yola çıkarken otobüs geçti, durmaz ama gene de el kaldırdım.
Durdu,
arka kapısını açtı, beni bekledi.
Hani
hep derim ya; en umutsuz, aklımla-ruhumla en kavgalı olduğum zamanlarda, bir
küçük ışık, bir parıltı bir yerlerden, bir insan suretinde çıkıp geliyor,
gönlüme yerleşiveriyor.
Bu
kez o ışık otobüsün şoförü oldu.
***
Doktorun
adı Şifa Postallı…Günler öncesinden randevu aldım. Salgın başından beri ilk kez
hastaneye gönüllü gideceğim.
Nöroloji
polikliniklerinin sadece birinin üstünde doktorun adı var. Herkes benim gibi
doktorunu arıyor.
Bir
güvenlik görevlisine “Şifa Bey’in odası hangisi?” dedim, gösterdi.
İlk
sıradayım, oturdum bekliyorum. Adımı duyunca kapıyı tıklattım, girdim. Sekreter
‘insan’ bakışlı, tatlı, efendi bir çocuk. Doktorun odasına buyur etti. Masada
bir genç kadın oturuyor. Hoş geldiniz dedi, şikayetimi sordu. Şaşkınım. Doktorun
o olduğundan emin değilim. Kafamda nasıl bir “erkek doktor”, “erkek adı-kadın
adı” kurgulamasıyla geldiysem… Bereket telefon çaldı, genç kadın “Ben doktor
Şifa” diye yanıt verdi de beni yerin dibine sokacak bir sıkıntıdan kurtardı.
Önyargı
ya da koşullanmışlık; adın her neyse, sen kahrol emi… Kahrol, yok ol, kafanı
kır, gözünü patlat da geber, bir daha insanların beynine, yüreğine gireme.
Ne
alçak bir şeysin sen önyargı.
Seni
besleyen, seni ruhumuzun en karanlık köşesine yerleştirenler de kahrolsun.
(Kemal
Kılıçdaroğlu’nun kişiliği, karakteri, donanımı, devlet adamlığı hakkında tek
söz söyleyemeyenler, onun Alevi oluşu yüzünden cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini
söyleyip ön yargıları, koşullanmışlıkları kışkırtıyorlar ya…)
***
Doktoru
bekliyorum. Bir telefon çaldı. Adam açtı telefonu, oldukça alçak bir sesle
“Alo, buyurun efendim.” dedi. “Benim efendim, kiminle görüşüyorum efendim.”
diye devam etti.
Ooo,
tam bir beyefendi…
Kayıtlı
bir telefon değil, belli. Karşıdaki kim olduğunu söylemiş olmalı.
Bir
anda o nazik ve yumuşak ses en yüksek perdeden “Oo, sen misin la? Nirelerdesiñ,
ne vaat geldin? İmtana girdiñ mi? İyi miydi la? Ben de hastanedeyim ya la.
Nörolojiniñ orda, he gel gel.” diye gümbürdemez mi?
Kalabalıkta
yüksek sesle telefonda konuşanlarla, hastane koridorunu oturma odası sananlarla
dolu bir dünya…
Konuştuğu delikanlı geldi. Sonrası mı? Boş verin…
(n
harfinin üstüne koyduğum işaret yani “ñ” dilbilimcilerin alfabemizde olmayan ama
pek çok yerel ağızda var olan bir sesi karşılamak için kullandığımız bir
işarettir. Niğde’de ve başka bazı kentlerin ağzında “n-g” seslerinin ortasında,
genizden gelen bir ünsüz vardır. Latin Kökenli Yeni Türk Alfabesi İstanbul
ağzına göre biçimlendiği için bu yöresel ağızlardaki bazı seslere karşılık harf
yoktur. Bu nedenle, dilbilimciler Türkçe’nin varlığı olan bu sesler için o
işareti kullanmışlar. “h – k” arasındaki gırtlak ünsüzü için de durum
böyledir.)
***
Hastanenin
tam karşısında beş-on eczane var. Karşıya geçerken şöyle bir göz attım, adı
hoşuma giden eczaneden alacağım ilacımı.
Aralarından
biri hemen gözüme takıldı. Anadolu Eczanesi…
“Eczane
Anadolu” değil, mis gibi Türkçemizin kurallarına uygun Anadolu Eczanesi…
Sevindim,
gözüm gönlüm açıldı valla. Çünkü eczanelerin, yasaların emriymiş gibi, Türkçe’
ye göre değil, İngilizce cümle yapısına uygun şekilde “Eczane Pınar, Eczane
Şifa” gibi adları kullanmalarına kızıyordum.
Oraya yöneldim, içeri girer girmez eczacıya bu duygularımı anlattım. Gözleri parladı, bir sevindi ki… Gencecik, güzeller güzeli bir genç kadın… Yolum düştükçe başka eczaneye gitmem artık…
***
3 Haziran 2022
Geldik bugüne…
Yaşar’a “Yürüyüş yapalım, parkta, Yeşilçam Kafe’de bir
çay içer, döneriz.” dedim, kırmadı beni.
Vardık ki Yeşilçam Kafe’nin duvarda bir adı kalmış.
Her taraf harabeye dönmüş.
O güzelim parkın üst girişinde, duvarları, bahçedeki
panoları Yeşilçam yıldızlarıyla dolu güzel bir mekandı. En son geçen sonbaharın
sonlarında gitmiştik. Bir yıl bile olmadı. Ekonomik krizden nasibini almış. Hüzünlendik.
Parkta bir süre dinlendik ve döndük.
Sizler de öyle misiniz bilmem ama ben bu hızlı
değişime ayak uyduramaz oldum. Aslında değişim değil de çöküş demeliydim.
Bir kent bu denli hızla kimliksizleşebilir mi?
Bir kenti yaşayan, nefes alan, güvenli kılan, bir yurt
haline getiren tek şey karakteridir. İki yıl önce gördüğünüz bir parkı yerinde
bulamıyorsunuz. Yıldırım hızıyla dükkanlar açılıyor, aynı hızla kapanıyor.
Okullar durmadan yer değiştiriyor, ad değiştiriyor. Kentin belleği siliniyor,
kentin insanlarının kökleri yok oluyor.
Hiçbir devlet kurumu beş yıl önce olduğu yerde değil.
Hazin olan bunu gelişme adına yapmaları.
Belediyenin önündeki park alanının öyküsü ne kadar
acıdır.
İnsanlarımız da suçlu, hem de çok. En yüksek, en lüks
kulede oturuyor olmayı uygarlık sandılar.
Bugün arkadaşım Aynur yakınıyordu; Bor’da, yıllar
sonra ziyaret ettiği mahallesini tanıyamamış.
Gelişme değil bu; düpedüz çürüme, çöküş…
Ekonomik kriz çöküşü körükledi...
Son yirmi yılda bu kente çok büyük kötülük yapıldı.
Önceden de bu kadim, güzeller güzeli şehre saygısızlık yapılmıştı ama bu yirmi
yıl tüy dikti.
Sözünü ettiğim parkın, Kızılelma Parkı’nın da başına
gelecek olanlardan korkuyorum. Öyle güzel bir yer ki…
Kayaların içinden fışkırmış cennet parçası gibi.
Ne diyelim, biz göreceğimizi gördük ama çocuklara
görecek bir şey bırakmadık.
12 Mayıs 2022 Perşembe
Bir Avcılar Öyküsü Daha
Bir Avcılar Öyküsü Daha
1980 Yılı Ekim Ayı
başlarında evimden uzaklara gitmek zorunda kaldım.
Öğretmen
arkadaşlarım Aytekin Kolsuz, İsmail Tezgel, Ayten Sayın, dostlarım, verdiler sürgün
haberini. Aytekin’in amcası Milli Eğitim Müdür yardımcısıydı sanırım.
Öğretmenler
odasındaydık, ders bitimiydi. Sadece “Eyvah, benim sabahları kendiliğimden
uyanma alışkanlığım yoktur, annem uyandırır. Yandık. Bir çalar saat almalıyım.”
dedim.
Akşam evdeki
ağır, kederli hava kapı ziliyle bölündü; Ayten, İsmail ve Aytekin gelmişler,
bir armağan getirmişler. Mavi çerçeveli, kadranında mavi bir papağan ve
çiçekler olan çok şık bir çalar saat…
İşte yanımda
götürdüğüm ve umuda tutunmamı sağlayan şey o çalar saat oldu
Mavi saatin
mavi umutları vardı... O saat her sabah çaldığında “Asla vaz geçme.” dedi bana,
dostlarımın sesiyle...
Zaman zaman yazdım,
anımsayacaksınız; faşist Kenan Evren cuntasının kasırgası beni, yepyeni bir yaşama, hiç bilmediğim
yepyeni heyecanlara götürdü. Yaşam hakkında deneyimlediğim ne varsa bu süreçte
yaşadım ben.
***
Avcılar Köyü
bir dağın eteklerinde, Erzurum Erzincan Karayolu üzerindedir. Doğrudan Fırat’ın
büyük koluna, Karasu’ya dökülen bir dereciğin iki yakasına konuşlanmıştır ve de
Karasu köyün eteğindedir.
Eskiden
anneannem yeşillikler içinde bir yer gördü müydü “Yalan dünyanın cenneti”
derdi.
Avcılar yalan
dünyanın cennetidir. Yeşillikler içinde, bağlık, bahçelik bir yerdir.
Başınızı
sokacak bir ev bulmak çok zordur. Elektriksizlik, susuzluk köyün cezasıdır.
Kent merkezine bu denli yakın olup da elektriksiz olmak bu ülkede Alevilere yüzlerce
yıldır reva görülen ötekileştirmenin sonucudur bana göre. Elektrik benden iki
yıl kadar sonra geldi.
Derler ki köyün
asıl kurulduğu yer daha yukarlardaymış. Heyelan nedeniyle aşağıya taşınmıştır
köy.
Eski köyün çok
daha üstlerinde mezralar, yaylalar vardır ve köy halkı oraları destan gibi
anlatır.
Yaylaları geçip
de dağın öte yakasına baktığınızda Otlukbeli Savaşı’nın yapıldığı Tercan
Ovası’nı görürsünüz.
Eskiden olduğu
gibi hayvanlarla uzun süreli çıkılmıyor yaylaya. Ama köyün rüzgâr ayaklı insanları
sık sık gezmeye gidiyorlar. Arıcılık yapanlar da bir süre yaylayı, eski köy
civarını mesken tutuyorlar.
Bu yürüyüşlerde
doğanın her türlü nimeti elinizin altındadır.
***
Günün birinde
Yılmazlarla ben de bu yayla yolculuğuna katıldım. Sevgili Adalet ve Huri banyo
için su hazırlamamı, döner dönmez banyo yapmamın şart olduğunu sıkı sıkı
tembihlediler. Aksi takdirde bir hafta kendime gelemezmişim. Yanıma kalın ceket
falan da almalıymışım. Haziranın 15’inde ceket almanın nedenini sormadım ve
denileni yaptım. Bir gün önceden kaplarımı doldurdum. (Köyde evlerde su yoktur,
çeşmelerden taşınır.)
Gece saat üç
sularında yola koyulduk. Ben ayak bağı olacağım, orası kesin, tempolarına uyabilir
miyim, bilmem.
Adiloş
Yılmaz’ın eşi, Huri kardeşi… Kardeş olsak bu denli anlaşamayız. Güle oynaya
yola koyulduk. İlk iki saatten sonra bana öyle geldi ki tırmandığımız dağ
çoktan iki hatta üç misli büyümüş ve uzaklaşmıştı bile.
Bizimkilerde
tık yok. Dedim ya; rüzgâr ayaklılar.
Yer yer
vadilerden geçiyoruz.
Eski köyü
çoktan geride bıraktık. Güneş doğdu. Yılmaz bir o yakaya bir bu yakaya
koşturuyor. Uzaktan bir pırıltı gördü mü oraya yöneliyor. Mantar avcısı benim
kardeşim. Torbası doluyor. Huri ve Adalet önlerine ne çıkarsa onunla
yetiniyorlar.
Hava çok soğuk.
Artık kuzey yamaçlardaki karların içindeyiz. Çoğu erimiş ama ara ara öbek öbek
ışıldıyor.
Havada
büyüleyici bir koku asılı. Nereden geldiğini anlamak olanaksız; her yerde…
Renklerini bile tanımlamakta güçlük çektiğim çiçekler açmış. Laleler,
çiğdemler, neler neler… Yer yer kar yığınlarının içinden gülümseyen
kardelenler…
***
(Keşke adım
kardelen olsa… Bu çiçeğin adı bana, kapkara bir kumaşı yırtarcasına karanlığı
yırtarken bir eliyle de o karanlığa şimşekler savuran masalsı bir kahramanı anımsatıyor.
Umudun adı kardelen, ne güzel! Kavganın adı kardelen ne güzel! Aydınlığın adı
da kardelen.)
***
(Bu satırların
yazıldığı akşam hava çok ağır… Öğleden sonra Canan Kaftancıoğlu, hakkındaki
davanın sonuçlandığını siyaset yasağı ve hapis cezası aldığını açıkladı. Bir kardelen
de Canan Kaftancıoğlu’dur. Aslında bu topraklarda bütün kadınlar kardelen,
Canan olmak zorunda…)
***
O eşsiz kokulu, çarpıcı ışıltıların endemik
olduklarından haberim yok, toplayıp başıma taç yaptım. Dinlenmek için
durduğumuzda yere uzanıp gökyüzünü selamladım.
Otların yer yer
kazılmış gibi eşelendiği yerlerde Yılmaz “Domuzlar var yakınlarda.” dedi.
Domuzlarla ürkütücü bir deneyimim vardır benim. Ürperdim.
Bir süre sonra
Yılmaz ayı izleri gördüğünü söyledi. İzler tazeymiş. İyice tırstım. Adalet ve
Huri’ye yapıştım iyice. Onlar pek umursamıyorlar. Yılmaz’ın neden tüfek aldığını
anlamamıştım. Şimdi anlaşıldı.
Öğle
saatlerinde vardık yaylaya… Üstü açık ağıllar, barınmak için yapılmış ama artık
bir harabeye dönmüş birkaç kulübe…
Adalet, bir büyük
taşın altından kaynıyor gibi görünen kaynağın dibine oturdu. Uzaktan fark
etmemiştim, heyecanlandım. Ben de yanına çöktüm; suyu avuçladığım gibi yüzüme
çarptım ama ellerim ve yüzüm bir anda şoklanmışa döndü. O kadar soğuk…
Adalet çantadan
bir karpuz çıkarıp suyun altına koydu, Yılmaz bir yetmişliği karpuza yasladı.
Onca yol bu ağırlıkları taşımış olduklarından haberim yok.
Hızla mantarlar
temizlendi, ateş yakıldı. Huri viran kulübenin duvarının dibinden birkaç taşı
kaldırdı; tuz, bıçak, birkaç şey daha…
Yılmaz’ın en
şakacı halleri burada… Ortaoyunu seyreder gibiyim. Gülme krizine girdim.
Ayaklarımın ağrısı dayanılmaz ama kimin umurunda. Ayakkabılar fora… Soğuk suyun
içine daldırıp daldırıp çıkarıyorum. Çığlık çığlığa…
Çok gülüyorum,
çok eğleniyorum, arınıyorum, temizleniyorum. İçimde bir huzur.
Mantarlar
közlendi, Hurinin açtığı sofranın içinde çökelek, lavaş ekmek. Adalet karpuzu
kesti. Yılmaz rakılarımızı doldurdu. İlk kadeh ayakta, gülme krizi geçirirken içildi.
Neye gülüyorduk, anımsamıyorum. Ama birlikteyken kaynak hep Yılmaz’dır.
Yılmaz, havanın
ve rakının eze eze tadını çıkarmamıza izin vermedi. Haklı… Geldiğimiz yolu geri
dönmek gerek.
İki saat
dolmadan davrandık.
İniş daha hızlı
oldu ama çok daha yorucu. Dimdik yamaçlardan düşmemeye çalışarak iniyorum. Başım
dumanlı, peş peşine yuvarladığım rakı ve temiz hava çarptı beni. Rüzgâr
ayaklılar bana ayak uyduruyorlar.
“Siz devam
edin, inin aşağıya, ben buradan kendimi bir salarım, yuvarlanarak inerim, siz
aşağıda yakalarsınız beni.” diye şakaya vuruyorum ama canım çok yanıyor.
Kuş sesleri hiç
kesilmiyor. Ağrılara teselli.
***
Yola çıktığımız
saatten çok erken döndük. Niyetim hemen yatmak ama Adalet söz almadan bırakmadı
beni. Yıkanmak gerek.
***
Yundum yıkandım,
arındım; kulağımda kuş sesleri, her yerde kokular, genzimi yakan temiz hava,
ellerim hala o suyun içinde…
Deliksiz bir
uyku…
Bütün eski
dostluklara, bütün sevgilere, unutulmayanlara milyonlarca selam ve minnetle…
6 Mayıs 2022 Cuma
DENİZLER
Biz, Denizler ya da Deniz Gezmiş'in idamı derken sadece onu değil, Yusuf'u, Hüseyin'i, 68’in devrimci öğrenci yoldaşlığından gelen ve Türkiye’deki NATO ve Amerikan varlığı ile 6. Filo’ya karşı, bağımsız ve sömürüsüz bir Türkiye için anti- emperyalist direniş eylemliliği içinde olan devrimci genç kuşakların öldürülme sürecini kast ederiz.
19 Mart 2022 Cumartesi
Bahara Güzelleme
Havada kış ve bahar kapışması var.
Kış ağır
uykudur; ölüme yakın… Uyanmamakta direniyor; fırsatını buldu mu tuhaf kar
yağışları, soğuk rüzgârlar, güneşi bulutlara sarıp sarmalar…
Bahar
uyanıştır, diriliştir, toprağın hayata dönmesi...
Bu yıl biri
gitmemekte direnirken diğeri gelmekte acele ediyor.
Pencereden
güneşi yakaladım; iki kar yağışı arasında görünen güneş mis gibi bahar
kokuyordu.
Dışarı çıksam sızlayan
dizlerimi hoşnut eder miyim ki? Pencereyi açıp, önünde birkaç dakika bekledim,
buzzzz…
Sabırsızlanmamak
gerek. Sonunda gelecek…
Ben de Kibele’nin,
Venüs’ün, Bin Memeli Artemis’in, Hepat’ın, Kubaba’nın, Umay Ana’nın (Adına ne
denirse densin, bu topraklarda hepsi Kibele’dir.), her zaman olduğu gibi ve
daima olacağı gibi, toprağın bağrından ağır ağır doğrulup ayağa kalkmasını umutla,
saygıyla, minnetle bekliyor olacağım.
Her bahar
umudun yine ve yeniden doğuşudur.
Ben gene de
bahara şiirler sunayım. Kim bilir, belki bu bahar başka bir bahar olur.
Umudunuz hep
sizinle olsun.
19.03.2022
9 Mart 2022 Çarşamba
Eski Kışlardan Bir Kış
Eski kışlardan bir kış.
9 Şubat 2022 Çarşamba
CHP'NİN KRONİK HASTALIĞI
Bugün genç bir dostumla sohbet ettik biraz.
Yağmur kaçağı
Bugün kuaför randevum vardı.
DÜNDEN BUGÜNDEN
Teyzeminkiyle aynı kumaştan diktirdikleri gökkuşağı renklerindeki yanar döner basma entarimin kirlenmesine aldırmadan, avluda bir köşeye ç...
-
Sevgili yeğenim Bilgesu'nun yazmaya hevesini biliyordum. Arada yazdıklarını okur ve çok beğenirdim. Şiir yazdığını bilmiyordum. Gönd...
-
7’den 77’ye hemen herkesin yaptığı yaygın bir yanlışlıktan söz edeceğim. Eskiler buna galat-ı meşhur derlerdi. Çok yaygın olduğu ...
-
Sevgili Hocam Mazhar Kükey'i 35 yıl sonra yeniden görmek çok güzeldi. Uzun, çok uzun bir ömür diliyorum değerli hocama. Emekli oldukta...
-
Bir akrabam yıllarca önce anlatmıştı. Bahçeli'de kurban keserler. Kendisinin tüm itirazlarına karşın bir dirhem bile dağıtılmayan et e...
-
"Yıl 1962 Ankara’da yayımlanan, hükümet ve düzen işbirlikçisi bir gazete, kendi topraklarında yaşama özgürlüğü elinden alınmış mesn...
-
Nicedir aklımda. "Tanrı" dendiğinde küfür ediliyor sanan, boyuna kadar günaha batacağını düşünen Müslümanlar için "Allah...
-
DİLİM GİYDİRİR BANA KİLİM 1- 24.02.2015 tarihinde Kanal Türk’te akşam haberlerinde, haberleri sunan kişi "aile kabristanlığ...
-
Bugün bir arkadaşım anlattı. Çok öfkeli ve şaşkındı. Kızı 4. sınıfa gidiyor. Öğretmenin verdiği Türkçe dersinden bir ödevle ilgili ann...
-
“BENİM HALİM MEMLEKETİN HALİ.” Bor Devlet hastanesinde, son zamanlarda iki doktora gittim. İlki göz doktoru… Niğde Devlet Hastanesi...
-
Yıllardır zambak olarak bildiğim bu çiçeğin adının "süsen" olduğunu öğrendim. Okuduğum romanlarda, öykülerde, şiirlerd...