2015-2016 ÖĞRETİM YILINA SEVGİYLE....
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Değerli Meslektaşlarım,
Sevgili Öğrenciler,
2010-2011 Eğitim
ve Öğretim yılının ilk dersi için buradayım. Ancak bu konuşma bir ders
olmayacak. Olsa olsa bir dertleşme, duyguların paylaşımı diyebiliriz konuşmama.Buna Milli Eğitim Bakanlığının 2010/53 Sayılı genelgesini okuduğumda karar verdim.
Bu genelgenin giriş bölümünde yer alan “toplumsal hoşgörü” ifadesi yönümü belirledi.
Çünkü bu konunun gençlerimizin geleceği ve ülkemizin yarınları için ne denli önemli olduğunu çok iyi biliyorum.
Yaşadığım bir olayı paylaşacağım sizlerle.
Bayramda Hatay iline gezmeye gittik. Gezilecek yerlerle ilgili bir ön araştırmak yaptık. Antakya Kültür Müdürlüğünün hazırladığı bir tanıtım kılavuzunda görülmesi gerekli yerlerden birinin de Samandağ İlçesinde, Ermenilerin yaşadığı Vakıflı Köyü olduğu söyleniyordu. İlgimizi çekti. Üşenmedik, gittik. Musa Dağının yamaçlarında kurulu küçük, şirin, tertemiz bir köydü. Güler yüzlü, içten, sıcak insanların yaşadığı bir köy… Tarihi bir kilisesi vardı. Kilisenin bahçesinde köye özgü ev ürünlerinin satışını yapan bir bayanla tanıştık. Nasıl yaşadıklarından, çevreyle ilişkilerinden, eğitim sorunlarından söz ettik. Hoş görüden, aynı toprakları vatan bellediğimizden, aynı havayı soluyup aynı toprağın bereketini paylaştığımızdan söz ettik. Dinlerimizin bizi farklı kılmadığını anlattı bize.
İbadete açık bir
kilise görmediğimizi, kiliseyi gezmek istediğimizi söyleyince bize kiliseyi
gezdirdi. Kiliseye haftada bir kez, pazar günü papaz gelirmiş.Tarihi bir binaydı ama küçüktü.
İçerde sohbete devam ederken, biraz
da dağın yamacında, yalıtılmış ve yalnızlık duygusu veren köyün içime
boşalttığı hüzünle, o hanıma, barış, hoşgörü, sevgi adına bir mum yakmak
istediğimi söyledim. Sevindi. Mumu yaktım. Bunun üzerine bana söylediği cümle
şu dakikada bile yüreğimi titretiyor. “Allah kabul etsin.”
Ben, bir Ermeni
kilisesinde barış ve hoşgörü adına bir mum yaktım. Ermeni asıllı vatandaşım da
bana benim dinimin bir duasıyla karşılık verdi. “Allah kabul etsin.”
İşte bütün
mesele bu. Asırlardır öyle kaynaşmıştık ki dualarımız bile birbirine
karışmıştı.
Ve o an her şey
silindi. Kötülük, düşmanlık, nefret, karanlık düşünceler hepsi bir anda yok
oldu. Aramıza ekilen kötülük ve nifak tohumları tutmamıştı. Sevgi, hoşgörü,
insanlık her şeye rağmen bir zafer kazanmıştı.Ön yargısız, hoşgörüyle, barış içinde, sevgiyle birlikte olmak için hala umut vardı.
Kulaklarımda asırlar öncesinden Yunus Emre’nin sesi yankılandı.
“Yaratılanı hoş gör yaradandan ötürü.”
Yunus Emrelerin, Mevlanaların, Hacı Bektaşların ektiği insan sevgisi bu toprağın bereketidir.
Bu topraklar, onlarca uygarlığın harmanlandığı, her birinin diğerine karıştığı eşsiz bir mozaiktir.
Bu mozaiği açıklamak için şöyle bir örnek vermek mümkündür diye düşünüyorum.
Orta Asya’da büyük devletler kuran ulusumuz, İslamiyet’i kabul etti. İslam kültürüyle kendi kültürünü harmanladıktan sonra kuzeye, güneye, doğuya ve batıya yöneldi. Atının terkisine koyduğu heybesinde bu kültür vardı. Bu süreç uzun ve karmaşık bir süreçti. Her konduğu menzilde heybesinden aldığı bu kültürü o topraklara saçıyor, o topraklardan aldıklarını da kendininkiyle karıştırıyordu. En son durak Anadolu oldu. Anadolu onlarca uygarlığın beşiği olan eşsiz bir coğrafyaydı.
Buraya, Anadolu’ya konduk.
Bu bereketli topraklar üzerine, bu coğrafyaya atımızın terkisinde taşıdığımız ve çoğaltıp zenginleştirdiğimiz o uygarlık kültürünü saçtık.
Birleştiler, karıştılar, barıştılar, çoğaldılar…
Dede Korkut Homeros’la, Şeyh Edebali Hammurabi ile buluştu.
Bunu sağlayan Yunus Emreler oldu:
Kâh,
“Elif
okuduk ötürü
Pazar
eyledik götürü
Yaratılanı
hoş gör
Yaradandan
ötürü” dedi, gönüllere seslendi.
“Yunus
Emre der hoca
Gerekse
bin var hacca
Hepisinden
iyice
Bir
gönüle girmektir.” Dedi mutluluğun yolunu gösterdi.
“Gel,
gel, ne olursan ol yine gel,
İster
kâfir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim
dergâhımız,
Ümitsizlik
dergâhı değildir,
Yüz
kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...”
Sözleri
saçıldı yerlere ve göklere…
“Cömertlikte
yardım etmede akarsu gibi ol
Şefkat
ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının
kusurunu örtmede gece gibi ol..
Hiddet
ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu
ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,
Hoşgörülükte
deniz gibi ol,
Ya
olduğun gibi görün...
Ya
göründüğün gibi ol...”
Sözleriyle
çağlar öncesinden çağlar sonrasına seslendi.
Buradan, taa yüreğimin derinliklerinden, tüm inancımla söylüyorum ki güzel günler görebilmek için, motorları maviliklere sürebilmek için, önyargısız hoşgörüye, sınırsız sevgiye ihtiyacımız var.
Hepinizi
sevgiyle selamlıyorum.
Feride YAŞAR
ÖZDEMİR